“Kriz Zirvesi” Krizi
Ayşe TANSEVER
6 Mart 2009
Avrupa Birliği’nin 27 ülke hükümet başkanları geçtiğimiz 1 Mart Pazar günü “Kriz Zirvesi”nde bir araya geldi. AB içinde ciddi şekilde hissedilen finansal ve ekonomik sorunlar karşısında atılabilecek ortak adımları ve Nisan ayı içinde toplanacak G20 zirve hedeflerini belirlemek için toplandılar. Zirve AB içinde geçtiğimiz aylarda yaşananlar açısından çok önemliydi. Toplantı, ortak pazar olmanın övüncünü taşıyan bu ülkeler için zor günlerde ortak durulup durulamayacağını gösterecekti. Birlik var mıydı yok muydu?
AB ülkeleri, çok sorunlu. Bu durum genel olarak gözlerden gizleniyor. Yaşanan olaylar çok öz bir şekilde belki veriliyor ama sonuçları, vardığı noktalar işlenmiyor. Oysa Avrupa deyim yerinde ise kaynayan bir kazan. Kıta’nın kuzey batısından başlarsak, finans krizinin hemen ilk günlerinde İzlanda devleti iflas etti, IMF masasına oturdu. Bundan bir kaç yıl önce AB’ye girmenin getirdiği kalkınma rakamları ile reklam edilen komşusu İrlanda’nın iflasına aylar sayılıyor. Tüm ekonomik göstergeler tepe taklak. Püf dense çökecek. İngiltere artık Fransa ve Almanya ile birlikte AB büyükleri arasında değil. AB politikalarına damga vuramıyor. Arkasındaki en önemli destek ABD de güçten düşünce, batık bir ülke oldu. IMF’ye başvurabilir.
Güneye inelim. İspanya’da son iki aydır 1 milyon kişinin işini kaybettiği yazılıyor. Ülkenin sahip olduğu borcun ödenebilmesi için işçi ücretlerinin düşürülmesi tartışılıyor. Komşusu Portekiz’de de durum farklı değil. Genel olarak ihracatları düşüyor, yatırımlar sıfır noktalarına çekiliyor, birlik sonrası açılan fabrikalar kapanıyor, borçları artıyor. Rakamlar biraz daha düşerse durgunluktan resesyona girilecek.
Fakat AB içinde asıl sorun eski Doğu Avrupa ülkelerinde. Latviya’sından Litvanya’sına, Macaristan’ından Bulgaristan’ına ekonomiler bir felaket. Polonya, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri daha iyi durumda olmakla övünüyorlar ama ekonomik veriler tersini söylüyor. Para birimlerinin Dolar ve Avro karşısındaki düşüşünü durduramıyorlar. Fabrikalar bir bir kapanıyor ya da kitlesel işten çıkartmalar yaşanıyor. Birçoğu IMF masasına oturdu. Kemerleri sıkma politikaları uygulamaya başladılar. IMF’yle masaya oturmayanlar da yabancı kredi bulabilmek için ekonomik çöküntüyü örtmeye çalışıyorlar. Alınan kredilerin yetmeyeceği yeniden yeniden kredi ihtiyacı duyulacağı biliniyor ama susuluyor.
Toparlarsak, Almanya ve Fransa merkezi etrafındaki nisbeten küçük AB ülkeleri krizden çok ciddi darbe yediler ve etki giderek derinleşiyor. Henüz krizin dibe vurmadığı biliniyor ve merkeze doğru tırmanıyor. Almanya ve Fransa ekonomik verileri de iyi değil. Bu durumda topluluğun ne yapacağı çok önemli. Ortak bir tavır alınabilecek mi, yoksa herkes başının çaresine mi bakacak? Ekonomistler küresel pazarda tek ülke olarak krizden çıkmanın olanaksız olduğunu savunuyor ve ortak önlemler alınması gerekliliğinde birleşiyorlar. Öyleyse AB bir topluluk olarak ortak bir önlem paketi oluşturabilecek mi? Ortak bir pazar olmanın sorumluluğunu bu kötü günlerde de gösterebilecek mi? Yoksa topluluk sadece “iyi günler” topluluğu muydu? İyi günler bittiğine göre herkes benim malım, benim param diyerek can derdinde kendi ülke ekonomisine geri mi dönecek? Zaten baştan beri topluluğun teğelli olduğunu savunanlar haklı mı çıkacak?
Topluluğun tavrı, tüm dünya açısından da önemli. Eğer AB ortak bir tavırda karar verebilirse belki de bu G20 zirvesini de ortak tavır alma konusunda dürtükleyebilir. Bir bütün olduğunu savunan böyle bir topluluk ortak bir tavırda anlaşamazsa o zaman diğerlerinin anlaşması zor olmanın ötesinde imkânsız hale gelebilir. Herkesin gözü zirvedeydi. “Kriz Zirvesi” bu sorun ve sorularla toplandı.
Kriz Zirvesi
Zirve öncesi Doğu’nun en kötü durumdaki ülkelerinden biri Macaristan, eski sosyalist ülkeler adına 180 milyar avroluk bir yardım paketi talep etmişti. Hem kapitalizme yeni adım attıkları ve kurumları gelişkin olmadığı, hem de ekonomilerini yeni kurmaya başladıkları için krizden daha çok etkilendiklerini dile getirip acil yardım istediler. Berlin duvarının çökmesinin hemen ardından Doğu pazarını ele geçirmek için en büyük yatırım Batı Avrupa ekonomilerinden geldi. Batı fabrikaları daha ucuz ve deneyimli iş gücü nedeniyle buralara taşındı. Hatırlardadır Batı işçileri işyerlerini kaybettikleri için öfke bile duymuşlardı. Bu kaynak aktarmalarının değerinin 1,6 trilyon dolar olduğu hesaplanıyor. Doğu Avrupa ülkeleri bu gerçekliğe işaret ederek kendilerine yapılacak yardımın aslında Batı pazarını kurtarmak anlamına geldiğini haklı olarak savunuyorlar. Eğer biz gidersek aslında siz de gidiyorsunuz demeye getiriyorlar. “Kendi sanayinize yardım yapmak istiyorsanız bu bize yardım etmekten geçer” dediler.
Bu tartışmaları başlatan ve zirveyi gerekli hale getiren biraz da Fransa devlet başkanı Sarkozy oldu. ABD’nin kendi oto sanayini kurtarmak için yardım paketi açıklaması Fransız ve Alman yerli oto sanayilerinin kurtarılmasını gündeme getirdi. Sarkozy’nin ilk tepkisi kendi Citroen ve Peugeot/Renault fabrikalarına “Doğu’ya (yani Çek ve Slovak Cumhuriyetlerine) götürdüğünüz fabrikaları geri taşıyın size yardım edelim” çağrısında bulunması oldu. Yani “size yardım edelim etmesine ama bu yardım oradaki iş yerlerinin korumasına gitmesin” demek istedi. Bu korumacı açıklama topluluk içinde büyük gerilime yol açtı. Sarkozy sonuçta 3 milyarlık yardımı Fransa içindeki fabrikalardan işçi çıkartmama koşuluna bağladı. Başka bir deyişle korumacılığı, ayrımcılığı ve pazar parçalanması adımını böylece başlattı. Belki de sanayide başladı demek daha doğru olacaktır. Çünkü krizin başından beri İngiltere’den Almanya’sına çeşitli bankalara ve şirketlere belirli kurtarma yardımları yapıldı. Aslında genel olarak bunlar sübvansiyon kapsamına girip hem Dünya Ticaret Örgütü hem de AB yasalarına aykırı uygulamalardır.
Macaristan’ın yardım paketi önerisi bunun dışında başka hedefler de taşıyor. Doğu Avrupa ülkeleri bu yıl içinde 400 milyar dolar kredi borcu ödemek zorundalar. Ekonomiler iyi gitmez, fabrikalar kapanır, ihracat durur, para birimleri değer kaybederse bu borçlar nasıl ödenecek? Açıktır ki ya ödenemeyecek ya da yeni krediler bularak ödenmeye çalışılacak, daha da derin bir borç yükünün altına girilecek. Batı finans kapitali başka bir ikilem ile karşı karşıya kalacak. Borçlarını alabilmek için yeniden borç verme riskini göze alacak. O zaman da bu riski göze alamayacak küçük bankalar batacak, büyükler daha da riskli büyük hale gelecek.
Batı içinde Doğu’ya en çok kredi verenler Avusturya bankaları. 277 milyar dolarlık kredi vermişler. Bu da Avusturya ulusal gayri hâsılasının %70’ini oluşturuyor. Avusturya’yı Alman bankaları izliyor. Onların alacağı 170 milyar dolar. Bu miktar ama Almanya sanayisini Avusturya gibi sarsmaz. Belçika bankalarının alacağı miktar ulusal gayrısafi hâsılanın üçte biri civarında. Ayni rakam İsveç ve Yunanistan için dörtte bir ve beşte bir gibi. Yani borçların geri ödenmemesi Almanya dışındaki ülkeleri çok etkileyecektir. Borcun ülke hacmine göre büyüklüğü bu ülkeyi sarsıcı olabilir. Ne olursa olsun borçların geri ödenmemesi topluluk içinde zincirleme yıkıntılara yol açacaktır. Zaten günümüzde sık sık domino etkisinden söz edilmeye başlandı.
Zirvede Almanya ve biraz da Hollanda itirazı ile Macar planı reddedildi. Topluluk bütçesinden bu kadar para çıkmayacak. Bütçeye en çok para veren (ekonomik oran nedeniyle) Almanya her bir ülke durumunun tek tek incelenerek, her ülke koşuluna göre ayrı davranarak yardım edilmesini dayattı. Yani yardım edilmesi ortak bir fon ve ortaklık içinde olmayacak başka faktörler göz önüne alınacak. Tek tek pazarlıklar durumunda kredi verecek ülkelerin çıkarları daha iyi gözetilecek. Birilerinin işine gelen sanayiler ve ülkeler kurtarılacak işine gelmeyenler kurtarılmayacak. Bunun kriteri de, zenginleri daha zengin yapıp, yoksulları daha batırmak olsa gerektir.
Bu arada bir şeyi unutmamak gerekir. Zirve öncesinde IMF, Avrupa Kalkınma Bankası ve Dünya Bankası bu ülkelerde ortak kullanım için 24,5 milyar avroluk bir fon ayrıldığını açıkladı. Bizim Türkiye gazetelerinde bu fondan bize de bir kaç milyar dolar düşeceği yazıldı. Sanki reddi daha önceden hisseden bankalar öfkeyi yatıştırmak için öncesinden böyle bir açıklama yaptılar. Macarların genel istediği ile bu rakam arasında elbette hem dağlar kadar fark var hem de fondan yararlanacek ülkeler arasında AB dışındakilar de bulunmaktadır. Fonun Doğu ülkelerinin içinde bulunduğu krize yetmeyeceği ortadadır.
Sarkozy’nin başlattığı korumacılık konusunda da ortak çıkar çerçevesinde bir adım atılamadı. Aksine topluluğun kurallarının katılığı kabul edilip yeniden gözden geçirilmesine karar verildi. Yani tek tek ülkelerin iç pazarlarını korumak için sanayilerine yardım yapmalarına, sübvansiyonlarla korunmalarına daha çok esneklik getirilecek.
Zirve Doğu ülkeleri için tam bir şamar oldu. Bu ülkeler başından beri AB içinde “ikinci sınıf” olmaktan şikâyetçi idiler. Batı AB’liler sürekli bir bütün olduklarını, “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz” ilkesi ile davranıldığını savunuyorlardı. Doğu buna inanmıyor ABD’den el altından destek almaya çalışıyordu. AB merkezine baskı yapmak için ABD’ye uygun politikalara evet diyorlardı. Zirve, üstü örtülü olan bu çatlağı bir daha tamir edilmez biçimde ortaya çıkardı. Topluluk üyesi olmanın sağladığı büyük bir çıkar yoktur. Topluluk dışında zor durumda kalan bir ülkeye yapılabilecek yardımdan daha fazlası yapılmayacaktır. Topluluk olmanın bir anlamı yoktur. Toplulukta zenginler yoksulları yemeye uğraşırlar. Doğu Avrupa ülkeleri Batı devleri tarafından yenecektir.
Paket reddedilince Doğu içinde de çatlak başladı. Polonya ve Çek Cumhuriyetleri ekonomilerinin kötü olmadığını açıkladılar. “Bizi diğerleri ile bir kefeye koymayın” dediler. Macaristan ve Baltık Cumhuriyetleri gibi IMF önüne oturmasalar bile ekonomik verileri hiç de bu gerçekliği yansıtmıyor. Ama daha iyi oldukları izlenimi ile bir kaç yabancı Batı kredi kırıntısı umuduna sarıldılar. Batı içinde sayılabilecek olanlar ise kapitalizmin bu kuralına alışık olarak kaderlerine razı oldular.
Tersinden Demir Perde
Macar hükümet başkanı yardım paketini savunurken sosyal huzursuzluklar tehdidi altında olduklarını söylediler. Fabrikaların kapanması, işsizlik, IMF kemer sıkma politikaları sonucunda sosyal harcamaların kısılması ile Batı’ya bir göç başlayacağını savundu. Sınırların kalkması sonucunda Doğu’da yaşama koşullarını kaybeden insanlar Batı’ya göç edebilirler. Yoksul Latin Amerika ülkelerinden bir zamanlar (kriz öncesi) Meksika sınırından ABD’ye ya da Afrika insanlarının can havli ile denizlerden, Avrupa’ya ulaşmayı hedeflemesi gibi şimdi de Doğu’dan Batı Avrupa’ya kitlesel göçler başlayabileceğini ima etti. “O zaman da o eski demir perdeyi siz tersinden örmeye başlarsınız” dedi.
Doğu Avrupa ülke liderleri elbetteki altlarından yükselen halk hoşnutsuzluğunun farkındalar. Artık protestolar, halk öfkesi günlük olaylar haline geldi. Bir tek değil çoğu ülkede yaşanıyor. Belki koordinasyonlu değiller. Krizin başında IMF reçeteleri ilan edilince “Baltık Kaplanı” denilen Lativia da yüzlerce kişi sokaklara döküldü, günlerce protestolar yaşandı, finans bakanlığına saldırıldı. Litvanya’da polis göstericiler üzerine lastik mermiyle ateş etti. Protestolar Estonya’ya da yayıldı. Bulgaristan’daki gösterilerde yüzlerce kişi tutuklandı. Romanya zaten bölgenin en yoksul ülkesi. Huzursuzluk çok yüksek. İyi durumda olduğunu savunan Polonya’da bu kez kapitalizmi savunmayan yeni bir Dayanışma Hareketi kurulmuş ve işçileri tersaneyi işgal etmişler. Bilindiği gibi bu hareket Doğu Avrupa’nın Sosyalizmden kopuşunu başlatmıştı. Unutmamak gerekir ki bu ülkelerde hala eskiyi savunan komünist hareketler vardır. Ülkelerin içinde olduğu durum bir zamanlar sosyalizmde beğenmedikleri yaşam koşullarını aratmaya başlıyor. Eski daha akıllardadır. Orta Asya’da yaşandığı gibi portakal devrimlerinin yıkılması mümkündür. Doğu Avrupa yeni yetme burjuvaları bunu hissediyorlar.
Bu devrimleri yapan burjuvalar AB, ABD ve Rusya arasında birini diğerine göstererek pazarlık etmeye çalıştılar. Bu oyunlar ile ülke gelirlerine el koydular. Bir avuç kesimi zenginleşti. Ama şimdi bu oyunda sona geliyor. ABD’nin Rusya politikası değişiyor. AB ve NATO da buna uygun yeni şekillenme içine girecektir. Kriz sonuçta bu ülke burjuvalarını ne tür yeni gerilimler içine sürükleyecektir belli değil. Alttan gelen basınç ile bu burjuvaların iktidarda daha ne kadar kalabileceği tartışılır.
Ayrıca bu kez bir fark daha var. Doğu’daki protestoları Batı halklarının protestoları izliyor. Aralık ayında Yunanistan’da polisin bir genci öldürmesi neoliberal politika soygununa duyulan öfkeye kıvılcım oldu, gençlerin yanında halklar da sokaklara döküldü. Bankalar 36 milyar dolar ile kurtarılırken işçi ücretlerinin kısılması ve çok zor durumda olan çiftçilere beş kuruş yardım yapılmaması olayları tırmandırdı. Protestolar Yunanistan sınırından Avrupa’ya taştı. Almanya, Belçika ve Fransa’dan destek gördü, protestolar oralara sıçradı.
Soğuk İzlanda halkları hayatlarında herhalde hiç bu kadar öfkelenmemişlerdi. Ekonomi iflas edince Latin Amerika’da moda olan şekliyle tencerelerle tavalarla sokaklara döküldüler. Ellerine geçirdikleri her şeyi devlet dairelerine attılar. “Bankaları değil bizleri kurtarın” dediler. Protestolar sonucu iktidar görevden alındı. İrlanda’da fabrikalar işgal ediliyor. Bankalar kurtarılırken emeklilik kesintilerinin bir kaç puan arttırılması 4 milyonluk ülkede 120 bin insanı sokaklara döküyor. İngiltere’de halk hareketliliğinin Irak savaşı öncesi sayılara yakında yaklaşacağı söyleniyor.
Fransız gençleri eğitim harcamalarının kısılmasını protesto ediyorlar. Sık sık sokaklara dökülüyorlar. Ünlü Sorbonne üniversitesi öğrenciler tarafından işgal edildi. İşçiler işten atılmalara öfkeliler. Ocak ayında Fransa’da yüzbinlerce insanın katıldığı 20 yılın en büyük gösterisi yaşandı. Gerici Sarkozy bile yukarıda sözünü ettiğimiz tavizleri vermek zorunda kaldı. Fransız ekonomisindeki sıkışıklık 3 tane sömürge adasına sıçradı. Aylardır genel grev yaşanıyor. Fransa solu radikal yeniden şekillenmeler yaşıyor. Almanya’da oto sanayinin kurtarılması, işten çıkarılmaları protesto için işçiler sokaktalar. Daha önce posta işçileri aynı yolları yürüdüler. Sendikaların hükümetlerle aynı masaya oturup bankalar kurtarılırken ücret düşürmelerini kabul etmesine halklar ne kadar daha katlanacak? Sosyal hakların kesilmesi, emeklilik maaşlarının düşürülmesinin halkı ne zaman “Yeter!” diye sokaklara dökeceği belirsiz. Geçtiğimiz aylarda İtalyan gençleri de eğitim harcamalarının kısılmasını protesto için sokaklardaydılar. Makarna fiyatlarına yapılan zam İtalyan halklarını da sokaklara dökmüştü. İtalya hava ve demir yolu işçileri daha kriz tam başlamadan maaşlarının yetmemesinden şikâyetçi idiler. İkide bir grev yapıyorlar.
Kısacası AB ülkelerinin her yerinde protesto ve gösteri yaşanmayan gün yok gibi. Yoksul halk hızlı bir şekilde örgütleniyor. Önümüzdeki aylarda bunların daha da artması bekleniyor. Bu dağınık ayaklanmaların şiddetini arttırmasıyla, daha uluslar arası koardinasyonlu hale geleceğini ulusal yetkililer dile getiriyor. Burjuvazi ne yapacağını, bunlara karşı nasıl duracağını hesaplamaya çalışıyor. Yakında AB içinde tüm ülkelerde eş zamanlı grevler, protestolar yaşanabilir.
Yani Doğu Avrupa halklarının Macar hükümet başkanının tahmin ettiği gibi gerçekten Batı’ya akın akın göç etmesi yaşanır mı? Batı, Doğu halkları açısından hala pembe bir düş müdür? Yoksa yaşadıklarından başka dersler almışlar mıdır? Göreceğiz.
Ama kesin olan bir takım şeyler var. AB derin bir kriz içindedir. Krizi de ortak davranarak aşma yeteneğini göstermedi. Parçalanma pahasına krizin bedelini birilerinin üstüne atılması planları yapılıyor. En zayıf durumda olan Doğu ülkeleri de ilk harcanacak olanlar. Bunun sonucu ne olur düşünülebilecek durumda değil. “Kriz Zirvesi” krizi çözme yeteneğinden uzak, var olanı derinleştirdi. AB, çizgileri belli parçalanmış bir topluluk. Kimi uzmanlara göre bu çalkantılar ve parçalanmalar yakında zaten yapay duran avro para biriminin kaldırılmasına yol açabilir. Sonuçta Doğu’tan göç edenler yoksul halklar değil soygun ganimetleri ile Batı’ya kaçan burjuvalar da olabilir. Oralarda da başka şeyler başlar.