Kriz ve Sosyalistler
Bugün, krizin nasıl karşılanması ve süreç içinde ne yapılması gerektiğinin ciddi bir tartışmasına girmek gerekiyor. Kuşkusuz krizin, bugünün yapısal ve konjonktürel özellikleri bakımından kavranması, Marksizmin analiz araçlarını bu çerçevede uygulama yetisinin geliştirilmesi gibi ciddi entellektüel çaba gerektiren hazırlıklar gündemin başında yer almalı. Ne var ki, bunun sorunun sadece bir boyutu olduğu da unutulmamalı. Marksistler, buradan hareketle değiştirmeye yönelik sonuçlar çıkartmak durumundadırlar. Devrimciler, sınıf mücadelesinin geliştirilmesine, Sınıf hareketinin daha üst düzeyde inşasına, örgütlülüğün güçlendirilmesine, kısacası ve açıkçası, Devrim’e ilişkin sonuçlar peşinde olmalıdırlar.
Haluk GERGER
9 Nisan 2008
Milyarlarca insanı “varlık içinde sefalet”e mahkum eden; bir avuç asalağın kontrolündeki sermaye fazlalığı ölçüsünde “insan fazlalığı” yaratan; savaşlar, hastalık, açlık, yoksulluk ve yoksunlukla, kültürel yozlaşma, sosyal çürüme ve savaşlarla, insanlığı “neo barbarizm”e mahkum eden; insan ihtiyaçları için mal ve hizmet üretme “sorumluluğu” kaçkını kumarcı (spekülatif) sermayenin global talanıyla, obur kâr iştihasıyla, saptırılmış tüketim anlayışı ve mutluluk ölçütleriyle insanı da, doğayı da tüketen kapitalizmin yapısal-genel insanlık bunalımına, bugün, devrevi krizlerinden biri daha eklenmiş durumda.
Bugün, burjuva iktisatçılarının ve ekonomi yetkililerinin çoğu, artık ABD’deki durgunluğun derinliğini, süresini ve dünyanın öteki bölgelerine etkilerini hesaplamaktalar. Bu sefer kriz, çevreyi değil doğrudan merkezi vurmuş durumda. Artık Güney Asya krizindeki gibi kumdan şatolar, iskambil kağıtlarından evler değil, kalenin şatoları yıkılmakta.
Bu durumdan o denli korkuyorlar ki, İngiltere’de banka millileştiriyorlar, ABD’de, kapitalizmin tanrısı parayı dağıtıyorlar; kişi başına (harcasınlar diye) 300-600 dolar verirken devlet, şirketlere, bankalara da milyarları saçıyor… Sıradan insanlara “havadan” para dağıtma durumuna gelen sistem, amok koşucusu gibidir artık… Korku dağları sarmıştır…
ABD’nin ihtişamlı gücüne tapanlara şu örnekler yararlı şok tedavisi olabilir belki:
· Bu ülkede 15-20 milyon insan toplumsal hayattan dışlanmış “insan fazlası” durumundadır;· Resmi rakamlara göre 40 milyon kadar insan yoksulluk sınırının altında yaşamak durumundadır ve bu rakam gerçekte 70-80 milyonu bulmaktadır;
· Vahşi kapitalizm koşullarında 45 milyon insan sağlık sigortasından yoksundur, 20 milyon insan yetersiz sigortaya sahiptir ve çok pahalı olan diş sağlığı sigortasına sahip olmayanların sayısı 100 milyonun üzerindedir; · Milyonlarca emekçi geçinebilmek için iki işten birden çalışmak zorundadır ve yoksulların yüzde 90’ı tam zamanlı iş bulamamaktadır;
· 40 milyon insan için günlük olarak karnını doyurmak esas gailedir;
· Devlet’in borcu 9 trilyon doları bulmuştur ve her Amerikalı ortalama 20,000 dolar borç yükü altındadır;
· Asgari ücret 1955 yılından bu yana en düşük seviyededir, reel olarak 1968 yılının altındadır;
· Her gün en az 2 milyon Amerikalı demir parmaklıklar ardında çilesini doldurmaktadır, bu ülke, idam cezalarında, çocuk infazlarında, cinayet oranında, okul şiddetinde, ırza geçmede dünyanın önde gelen ülkesidir;
· Yüze yakın ülkedeki askeri üsleriyle, işgal ordularıyla, sabotaj timleriyle, yıkıcı faaliyetleriyle, karanlık istihbarat-psikolojik savaş saldırganlığıyla Amerikan emperyalizmi insanlığa kan kusturmakta ama her yerde büyük yenilgiler yaşamaktadır;
· Ve elbette bu tablonun doğal sonucu (nedeni) olarak, nüfusun yüzde biri toplam varlığın yüzde yirmisine el koymaktadır…
Kriz, bir yanıyla, üretici güçlerle üretimin burjuva formları arasındaki ölümcül çelişkiye, öteki yanıyla da, Devrim ihtiyacına işaret ediyor, sınıf mücadelesinin keskinleşeceğini haber veriyor…
Krizler, genel olarak, her iki taraf için de, burjuvazi için de, proletarya için de, riskler ve fırsatlar içerirler…
Devrevi krizler, burjuvazi tarafından yönetilebildiğinde, dengenin tekrar kurulması; kâr oranının yeniden yatırım-birikime imkan verecek hale gelmesi; çarkın, daha üst düzeyde ve daha büyük krizlere gebe biçimde, dönmeye başlaması; döngünün işlerlik kazanması biçiminde gelişir. Sermayenin iç yasallığı böyledir…
Burjuvazi bakımından fırsatlar da çok boyutludur:
– ücretlerin düşürülmesi;
– emeğin kazanımlarının geri alınması;
– muhalefeti ezmenin meşruiyetinin oluşturulması;
– insanları açlıkla terbiye etmenin doruklarına ulaşılması;
– her türden gericiliğin, gerekirse, faşizmin dayatılması;
– sermayenin merkezileşmesi…
Spekülatif sermayenin günlük vurkaçlarından ve özelleştirmelerden medet umar hale düşmüş Türkiye gibi bir ülkeden örnek vermek gerekirse, krizler, TÜSİAD için de, darbe için de, her türden gericilik için de fırsatlar yaratır elbette.
Genel olarak emek, özel olarak da işçi sınıfı ve onun politik temsilcisi Marksist sosyalistler bakımından da, riskler ve olanaklar yaratır krizler.
Her şeyden önce, Engels’in dediği gibi, “kaçınılmaz olan daha büyük kavgalar”a emekçileri hazırlayan “okul”lardır krizler ve bu “okullar”ın örgütlenmesi, yönetilmesi, geliştirilmesinin imkanlarının ortaya çıkması, fırsat ve görev olarak karşısına çıkar devrimcilerin.
Bir yığınsal komünist yapılanmasının, işçi sınıfıyla bağlarını yeniden tesis etmiş bir devrimci hareket/odak/eksen inşası da yine acil bir görev ve fırsat olarak ortaya çıkar.
Sınıf hareketinin kriz hareketliliği ve dinamizmi içinde yeniden inşası ve bunun hegemonik çok boyutlu örgütlenme yapısının kurulması, toplumsal yaşamda ve özellikle de politik alanda, kartların yeniden karılması anlamına gelir. Bu, Emek bakımından, en büyük kazanımdır, imkandır. Antagonistik sınıfların varlığına ve ilişkisine dayalı sistemin siyasal yapısının da bunu yansıtır hale getirilmesi, buna uyarlanması, bu manada yeniden kurulması, şekillenmesi büyük fırsattır. Burjuvazinin siyasal örgütlenmelerinin karşısında konumlandırılacak devrimci sınıf yapılanması, onun devrimci örgütlülüğü yaratma süreci, düzen içiyle düzen dışının, hayatın her alanında karşı karşıya geldiği bir toplumsal/siyasal çerçevenin oluşması demektir. Krizden çıkabilecek burjuva dengesine karşı emeğin denge seçeneği böyle ortaya çıkar.
Krizin başka yararları da vardır.
Krizler, kriz beklentisiyle yaşamanın, sermayenin salt iç dinamikleriyle, sınıf mücadelesinden bağımsız olarak, kendiliğinden krize düşme beklentisinden, ya da kapitalist gelişme ve emperyalizmin gücünden etkilenerek “kriz olmaz” yanılsamasından kaynaklanan felç hallerini ortadan kaldırırlar.
Bu noktada, kriz dinamiğinin sınıf hareketi içine sızmış bozguncu damara karşı panzehir oluşturma özelliğinden de sözetmek gerekmektedir. Bu, sağlıklı bir “iç” hesaplaşma, ideolojik mücadele fırsatıdır. Bugün özellikle internette yaygın bir çürütücü etki gösteren bu bozguncular, asude bir kapitalizmin; çelişki ve çatışkılardan arınmış bir sermaye düzeninin; kapitalizmin esnekliğinin ve emperyalizmin yenilmezliğinin yıkıcı propagandasını en keskin devrimci jargonla yapmaktadırlar. Asıl korkuları, sınıf mücadelesi, işçi sınıfı ve Devrim olan bu karanlık unsurların ideolojik yıkımıdır krizler.
Bugünü tam kavramanın gereği olan devrimci teorik yenilenme için de kriz fırsattır. Elimizdeki eşsiz devrimci teoriden hareketle ortaya çıkarılacak devrimci pratik, aynı zamanda, bütün hayat dersleri, deneyimi ve birikimiyle, devrimci teorik yetkinleşmenin sağlam zeminini de oluşturacaktır.
Güney Amerika’ya özgü ayırdedici özelliklerin dünya çapında yaygınlık kazandığı bir döneme girmekteyiz. Bunlar, neo-liberalizmden, ABD’den, klasik siyasetçilerden ve yapılanmalardan beklentilerin en alt düzeye inmesidir. Bu ortamın büyük fırsatlar içerdiği kuşkusuzdur.
Krizler, elbette, büyük tehlikeler, riskler de içermektedir.
Krizin yönetilmesine ilişkin olarak, devrimcilerin karşısına çıkacak ana sorun, ittifaklar meselesinde yatmaktadır. Açıktır ki, işçi sınıfının (ve onun politik temsilcisinin) öncülüğünde gerçekleşmeyecek bir ittifaklar ihtiyacı krizle birlikte ortaya çıkacaktır ve bunun yönetilmesine hazırlıksız yakalanmak kaçınılmazdır. Bu hazırlıksızlığın kaynaklarından biri, devrimcilerin krize bölünmüş olarak giriyor olmasıdır.
Bu durumda, iki eğilim ortaya çıkabilecek ve krizin yönetimini zorlaştıracaktır. Birincisi, sekterleşmek, tecride düşmek; krizle emekçilerin kendiliğinden radikalleşeceğini düşünerek emekçiler bakımından çaresizliğin savrulmasını küçüksemek; ve böylece, emekçiyi korumayı bırakmak, demokratik ittifakları bir yana itmek ve erken devrimci durum yanılsamasına düşmektir. İkinci risk ise, sağ oportunizm olarak, “birleşik cephe”yi kuyrukçuluğa dönüştürmek, Devrim yerine kalıcı demokratizme, reformizme, hatta tasfiyeciliğe yönelmektir.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, krizler, her zaman, burjuva bloku içinde, egemen ve yönetici sınıflar arasında derin ayrılıklara neden olurlar. Bu durumda, devrimcileri doğrudan ilgilendirmeyen, egemenlerce belirlenmiş sorun ve gündemlerin peşine takılma, inisiyatifi yitirmek tehlikesi de hep vardır.
Kriz dönemlerinde örgütlü inisiyatif hangi sınıflar blokundaysa, kuşkusuz, çarklar ondan yana döner ve devrimci ya da karşıdevrimci durumu esas olarak bu olgu belirler…
Bugün, krizin nasıl karşılanması ve süreç içinde ne yapılması gerektiğinin ciddi bir tartışmasına girmek gerekiyor.
Kuşkusuz krizin, bugünün yapısal ve konjonktürel özellikleri bakımından kavranması, Marksizmin analiz araçlarını bu çerçevede uygulama yetisinin geliştirilmesi gibi ciddi entellektüel çaba gerektiren hazırlıklar gündemin başında yer almalı. Ne var ki, bunun sorunun sadece bir boyutu olduğu da unutulmamalı. Marksistler, buradan hareketle değiştirmeye yönelik sonuçlar çıkartmak durumundadırlar. Devrimciler, sınıf mücadelesinin geliştirilmesine, Sınıf hareketinin daha üst düzeyde inşasına, örgütlülüğün güçlendirilmesine, kısacası ve açıkçası, Devrim’e ilişkin sonuçlar peşinde olmalıdırlar.
İşçi sınıfıyla bağlarını yeniden kurmuş bir devrimci hareketin inşası, giderek, bunun yığınsal bir sosyalist yapılanmaya dönüştürülmesi başta gelen görev olarak ortaya çıkmaktadır.
Kurulacak böylesi bir odak, bir yandan, başta Kürtler olmak üzere, bütün ezilenler ve demokratik güçlerin ittifakı için en sağlam zemini oluşturacak, bir yandan da, öncülük ve devrim ihtiyacına güçlü yanıt olabilecektir.
Krizde, kuşkusuz, öncelikli görev, emeğin temel demokratik/ekonomik haklarının korunması olacaktır ama bu sosyalistler bakımından hayatı fethetme amacından bağımsız olarak ele alınmayacaktır. Devrimciler, Sınıf’ın iktidarından “gerçekçilik” adına vazgeçmezler; macera peşinde değillerdir, devrimcilik oynamazlar ama düzeni düzeltmekle yetinen reformcular, ezeli muhalifler, hayalperest kof radikaller, ya da masa başı ahkam kesen gözlemciler de değillerdir. “Devrimcilik,” boş bir böbürlenme değil, bir iradenin, devrim yapma iradesinin ifadesidir. Aslında, bu bir irade beyanından da öte, hayatın yasalarından kaynaklanan bir formülasyondur özünde…
Bu durumda, belki “sağduyu çağrısı” yapanlardan ders alarak devrimci sosyalistler de ortak aklı, ortak belleği, deneyimi, solduyuyu harekete geçirecek adımları atmaya başlamalıdır. Örneğin, şimdiden, günün verilerini ve olası gelişmelerin haritasını çıkartacak bilim kurulları oluşturulabilir, buradan hareketle de taktik-stratejik yönelimlerin ortaklaşa saptanmasına geçilebilir, birlikte plan, program, taktik, kurum oluşturulabilir. Şimdiden, hangi katmanların, sınıfın hangi tabakalarının krizin derinleşmesi sürecinde, hangi saiklerle hangi pozisyonları alacakları; her bir konumlanışa karşı hangi davranış biçimlerinin gösterilebileceği ve buna ilişkin ortak tavrın ne olması gerektiği üzerinde durulabilir. Krizden en çok etkilenecek kesimlerin saptanması, kritik sektörlerde çalışanların durumları, mücadeleye-örgütlenmeye ilk ağızda en yatkın kesimlerin belirlenmesi gibi konularda da çalışmalar yürülebilir. Krizin içice geçeceği siyasal sorunlara ilişkin bir plan üzerinde de durmak, şimdiden platformlar oluşturmak kuşkusuz gereklidir…
Sonuçta, devrimcilerin iş ve güçbirliğinin kurumsallaştırılması, yapılandırılması temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Her kentte, her semtte, her mahallede, fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, bu iş ve güçbirliğinin eşgüdüm konseylerinin kurulması, işlerlik kazanması; giderek, bu yapılanmanın üst çatısının, bir tür konfederatif toplumsal muhalefet eşgüdüm şemsiyesinin inşası; yerel-alt yapılanmaların temsilcilerinden oluşan genel kurulunun oluşturulması; eylem planlama-koordinasyon komitelerinin kurulması, ya da benzer modeller üzerinde durulması, acil görev olarak karşısındadır devrimci sosyalistlerin.
Komünist partilerin dünya çapında tarih sahnesine çıkışı, 1917 sonrasındaki iki üç yıl içinde Leninist müdahaleyle gerçekleşti. Onların bilimsel sosyalizmin örgütlenmelerine dönüşmeleri, çocukluk döneminin hastalıklarından kurtulmalarıyla, Bolşevikleşme süreciyle mümkün olabildi. 1920’lerin sonundaki büyük bunalımın kavgalarına bu hazırlıkla girdiler. Bugün, 80 küsur yıl sonra, yeni global krizin benzer bir süreçle karşılanması gerekiyor.
Bush’un danışmanlarından biri gazeteciye şöyle diyor: “Siz çözümlerin gözlemlenebilir gerçeklere dayalı titiz çalışmayla bulunabileceğine inanıyorsunuz. Artık dünya böyle işlemiyor. Şimdi biz bir imparatorluğuz. Biz bir şey yapınca, kendi realitemizi yaratıyoruz. Siz realiteyi titizlikle incelerken biz yeniden eylem yapacağız ve yeni gerçeklikler yaratacağız. Siz onları da incelersiniz. İşler böyle yürüyor. Biz tarihin aktörleriyiz… siz, hepiniz, sadece bizim yaptıklarımız üzerinde duracaksınız, onları çalışacaksınız…” Ne büyük bir cüret! Ne büyük bir yanılsama… Onlar, egemenler, onların hizmetlileri, tarihi yazarlar ama tarihi sıradan emekçi yığınlar yaparlar. Ne var ki, bunun sancılı yolu da, büyük ölçüde, örgütlü devrimci müdahaleden geçer. Gün, tam da böyle bir gündür…
29-30 Mart tarihlerinde İstanbul’da, Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi, bu konuların tartışıldığı ve yapısıyla “devrimcilere çağrı ve hayata müdahale” niteliği taşıyan bir sempozyum düzenledi. Umalım, bu “çağrı”ya, “hayata ortak müdahale daveti”ne gerekli yanıtlar verilir, sempozyumdaki tartışmaların ışığında yeni hazırlıklara ve yapılanmalara bir an önce geçilir…