Kriz – G20’ler ve Günümüz Kapitalizminin Açmazları
Mehmet YILMAZER
5 Ekim 2009
Kapitalizmin yaşadığı büyük kriz nedeniyle G8’ler sessiz sedasız G20’ler oluverdi. Bu rakam değişikliği dünyadaki krizle yaşanan ve yaşanacak olan güç kaymalarının en açık işareti oldu. Ancak henüz hiçbir taş yerine oturmadı. G20’ler krize kaptanlık yapamıyor. Aslında bunda şaşılacak bir yan yoktur. Çünkü artık süper bir gücün egemen olduğu dünyada değil, “çok kutuplu” bir dünyada yaşıyoruz. Günümüzdeki çok kutuplu dünyanın özelliklerini ve davranış biçimlerini yaşayarak öğreneceğiz. Basit bir akıl yürütmeyle yirminci yüzyılın başları ile benzerlikler kurup, sonuçlar üretmek doğru olmaz.
Kriz yönetimi olmayınca geriye dünya ekonomisinin durumu ile ilgili ortalığı kaplayan söylentiler kalıyor:
“Tünelin sonunda ışık göründü, ancak fazla da iyimser olmamak gerek. Özellikle bu aşamada görünen zayıf ışık nedeniyle ekonomiye devlet desteklerinin erken kesilmesi hata olur.” “Krizden çıkış başlasa bile önceki iyi günlere ulaşmak daha çok zaman alacak.”
Söylentilerin özeti budur. Ancak bir değerlendirme yapmak için bu söylentiler bile yeterlidir. Neoliberalizmin terk edilmesi konusunda en küçük bir işaret yoktur. Buna karşılık dünya finans sisteminin yeniden yapılandırılması konusunda tartışmalar olsa da ortaya bir sonuç çıkmamıştır. Tek bir konuda genel eğilimden söz etmek mümkündür. Devletlerin gevşek mali politikalar izleyerek talebi canlandıracak uygulamalara devam etmeleridir. İstanbul’daki IMF toplantılarında bu konu sürekli gündemde olacaktır.
G20’ler içinde genel eğilim olarak sunulan “talebi canlandırma” uygulamalarının gerçek sahibi ABD’dir ve hedefi de Çin’dir. Bu konuda IMF bir icra organı gibi rol alacak ve bu uygulamaları dünyanın diğer Hindistan, Rusya, Brezilya gibi önemli ülkelerine yaygınlaştırmaya çalışacaktır. Bu tüketimi arttırma programının ne ölçüde uygulanabileceğini göreceğiz. Çin dışında hiçbir ülke, zaten bozuk olan kendi iç mali dengelerini daha fazla kötüleştirmeden bu programı uygulayamaz. Eğer uygularsa tıpkı ABD’indeki gibi gelirinden fazla harcama yapan vatandaşlar yığını yaratır. Böylece daha yaygın ve şiddetli bir küresel krizin yolları döşenmiş olur. Konuyu birkaç yönden irdelemeye çalışalım.
Amerika, kapitalist dünyanın lideri iken en güçlü rakibi Sovyetler Birliğini silahlanma yarışı ile bir stratejik sapmaya sürüklemişti. Böylece Sovyet sanayinin alt yapısı, elbette silah sanayi hariç, yenilenememiş, en basit tüketim malları üretimi uzun yıllar yeterli ve kaliteli olarak Sovyet vatandaşlarına ulaşamamıştı. Bu sadece vatandaşın ihtiyaçlarını karşılayamama sorunu olarak kalmadı, eskiyen sanayi alt yapısı ile yapılan üretim israfa yol açtığı için toplumsal artı değer üretimi de tıkandı. Böylece devletin sübvanse ettiği gerçekte verimsiz işletmeler arttıkça sarmal büyüdü, genel teknik yenilenmeye yatırılacak fon kalmadı.
Çin, şimdi tam tersi yönden bir stratejik sapmaya zorlanıyor. Özellikle enerji konusunda güvenli ve güçlü stratejik ittifaklar sağlayamadan Çin, batının tüketim çılgınlığı hastalığına sürüklenirse, tüm birikimini kapitalist ana yurtlardaki büyük tekellere transfer etmiş olur. Ayrıca bunu yaparken üretimdeki en son tekniği geliştirecek alt yapıyı kuramazsa, gelişmiş kapitalist merkezlere bağımlılığı çok daha yüksek boyutlara çıkar. Çin bu iki açmazın çok iyi farkındadır. Ancak üstesinden gelip gelemeyeceği belli değildir. Sonuç olarak, G20’lerde krizden çıkış için öne çıkartılan Amerikan reçetesinin bir boyutu dünya güçler dengesinde kendi aleyhinde yaşanan kaymanın önüne geçme çabasıdır.
Öte yandan, yaşanan büyük bunalımdan “talebi canlandıran” paketlerle çıkma şansı var mıdır? 1929 büyük bunalımından ancak on yılsonunda devasa silahlanma “atılımı” ile çıkıldığı hatırlanırsa, dünya ekonomisin canlanması Çinlilerin araba sahibi olmasına kaldıysa yaşanan bunalımdan çıkış daha çok zaman alacak demektir. Bunu zaten kendi ekonomistleri de sık sık vurguluyor. Eski güzel günler oldukça uzaktadır. Büyük bunalımlardan ancak yeni enerji ve üretim teknikleriyle çıkılabilir. Bu yeni sanayi alanları demektir. Günümüz kapitalizminin temel tıkanma noktalarından birisi budur. İnformatik sanayi, yapısı gereği çok kısa soluklu kalmıştır. Çünkü bu haliyle etkinliği, mevcut üretim tekniklerinin yetkinleştirilmesiyle (dijitalize edilmesiyle) sınırlıdır. Kapitalizme kendi tarihinde büyük sıçramalar yaptıran buhar, elektrik enerjisi, fosil yakıt ve patlamalı motorlar gibi büyük sanayi alanlarının benzerlerinin ortaya çıkması yakın zamanda olası görünmüyor. Elbette adaylar vardır. Yeni enerji teknikleri konusunda, nano teknoloji ve genetik alanlarında kapitalist merkezler arasında nefes nefese bir rekabet yaşanıyor. Kapitalizm bu bunalımdan ancak büyük yapısal değişimlerle çıkabilir.
Bu noktada günümüz kapitalizminin iki büyük açmazını vurgulamak gerekiyor.
İlki, yeni üretim tekniklerinden kaynaklanan açmazdır. Üretim alanlarından canlı emek her geçen gün daha fazla tasfiye olmaktadır. Böylece canlı emek ya doğrudan işsizliğe mahkûm ediliyor veya hizmet iş kollarında çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor. Artık işsizlik ve düşük ücret kapitalizmin gelgeç bir olgusu değil, yapısal bir özelliği haline gelmektedir. Bu süreç derinleştikçe sistemin “meşruluğu” daha fazla sorgulanır hale gelecektir.
İkincisi, tüketim çılgınlığının doğanın bozulan dengeleriyle sınırlandırılmasıdır. Bir araştırmaya göre Çinliler Amerikalılar kadar tüketim yapacak olsalar, tüm dünyadaki ham madde ve enerji kaynakları on yıl içinde tükenecektir. “Talebi canlandırma” paketlerine artık tek engel sermayenin hastalıklı birikim süreçleri değil, bizzat doğal kaynakların kendisidir.
Oysa G20’ler krizden çıkış için tüketim çılgınlığını her ne pahasına arttırmaktan başka bir yol bulamadılar. Bu yol hem kısa vadede bunalımdan çıkış için yetersizdir, hem de orta vadede günümüz kapitalizminin açmazlarını kaçınılmaz bir şekilde şiddetlendirecektir.