Kirli Tarihi Aklama veya Ergenekon Davası
M. Sinan MERT
4 Mart 2011
Üç sene önce başlayan Ergenekon operasyonu “gazeteciler dalgası” ile yeni bir zemine taşındı. Sağcılar tarafından 28 Şubat’ın rövanşı ya da Türk Gladio’sunun tasfiyesi olarak yansıtılmaya çalışılan davanın artık tam anlamıyla başka bir şey haline dönüştüğü ortadadır. Dava, AKP’nin gözü doymaz iktidar hırsının, meşruiyet arayışının bir manivelası haline gelmiştir. AKP’nin kafasındaki iki partili modeli inşa etme gayretinin bir enstrümanıdır.
Hatırlamak gerekirse, Ergenekon devlet içerisinde Irak’ın işgali sürecinde ABD’nin Kürt siyasetine bir tepki olarak örgütlenen Avrasyacı ekibin tasfiyesi olarak başladı. Bir döneme damgasını vuran ulusalcı saldırganlık aracılığı ile toplumda milliyetçi bir kalkışma yaratmayı hedefleyerek AKP’yi bloke etme ve devirme stratejisi izleyen ve bir devlet uzantısı olan bu kesimin Dolmabahçe mutabakatı sonrasında tasfiyesinin önü açıldı. Ordunun NATO’cu kanadı, AKP ve ABD el birliği ile bu devlet ve toplum içinde önemli mevziler kazanmış kesimi tasfiye etmeye soyundular. Örgütlenme zaten büyük oranda devlet organizasyonu olduğu için de hızlıca yol alındı. Kimi karşı çıkışlar-ABD konsolosluğu baskını ve Güngören bombaları- bir gözdağı olmanın ötesine gidemedi.
Tam bu noktada toplumun sürece seyirci kalması ve meselenin bir derin devlet hesaplaşması mecrasına çekilememesi AKP’nin eline olağanüstü bir olanak sağladı. Liberallerin kraldan çok kralcı tutumlarının güçlü perdelemesiyle AKP ve cemaat davayı, tamamlanan ilk perdesi sonrasında ulusalcı muhalefetin her rengi ile hesaplaşmak için bir imkân haline dönüştürdü. Muhalefetin tümü bu sayede kriminalize edildi. AKP’yi eleştirmek, bakana yumurta atmak, Kürtlerin isyan etmesi, 1 Mayıs’ta Taksim’i zorlamak, Alevilerin mitingi; bütün bunlar artık Ergenekon tertibi olarak itibarsızlaştırılabilirdi. Hatta darbelerden en fazla sıkıntı yaşamış solun tümüyle darbeci bir gelenek olarak kodlanması bile AKP’ye soldan gelişebilecek güçlü bir muhalefetin aşması gereken bir büyük hendek olarak yapılandırıldı.
Ortada kaç yıldır özü ortaya çıkamamış bir dava var. Birileri sürekli tutuklanıyor ama daha derli toplu, tutarlı bir senaryo dahi ortaya konabilmiş değil. Ergenekon davası bu haliyle Türkiye tarihinin en büyük örtme davası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bir derin operasyonlar tarihi olarak da okunabilecek cumhuriyet tarihinin tüm vebalini “darbeci sola” yıkan, Türk Gladio’sunu artık neredeyse bir meczup haline ermiş Y.Küçük’e bağlayan Ergenekon davası çoktan beri bir dezenformasyon davasına dönüşmüştü ama Ahmet Şık’ın gözaltına alınması gerçek bir alarm durumunun işareti gibi gözüküyor.
1990’lı yıllarda, Mehmet Ağar’ın –sahi onun Susurluk Davası’nda yargılanma sürecinde hangi noktaya gelindi acaba?- Adalet bakanı olduğu yıllarda Türkiye’nin derin tarihi ile hesaplaşılabilmesi için kendini Galatasaray Meydanı’na atan kayıp yakınları, çok önemli bir bilinçlenmeye imza atmışlardı. Bunun bedelini de her hafta yaşanan polis saldırıları ve gözaltılar olarak ödemekteydiler. O dönemde Galatasaray Meydanı’nda yaşanan direnişlerin en güzel fotoğraflarını hep Ahmet Şık çekmiştir. Gözaltına alınmaya çalışılan sosyalist basın çalışanlarına hep o destek olmuştu. Kararlı demokratlığından dolayı tüm medya gruplarından dışlanmıştı. Onu Radikal’de de barındırmamışlardı.
Toplu mezarlara, toplu katliamlara, sokaktaki çocuğun bildiği derin organizasyonlara değil de Ahmet Şık’lara yönelen bir dava artı sadece derin güçlerin en kirli bir uzlaşmasının ifadesi olarak okunabilir. Ergenekon Davası, egemenlerin tüm kirli tarihini temize çekme, vebali ise her ne pahasına olursa olsun direnenlerin sırtına yıkma oyununa dönüşmüştür.
Bu oyuna çevremizdeki tek bir insanın gelmesine bile izin verilmemelidir.