Haiti Felaketi
Ayşe TANSEVER
21 Ocak 2010
Haiti’de yaşanan felaket aslında bir doğal felaket olmanın ötesinde, milyonlarca insanın hayatını tehdit eden bir insanlık felaketi oldu. En başta doğal felaketin şiddeti, ikincisi felaket yaralarının sarılması anlamında bir dramdır. Doğal felaketlerden kaçınılamaz, ama onun verebileceği zararlar sağlam konutlar, sağlam altyapı tesisleri, tehlike erken haber teknikleriyle şiddet asgariye indirilebilir. Doğal felaket sonrası yaraların sarılması ise modern toplumda kurumlar ile mümkündür.
Haiti’de yaşanan doğal felaketin yüz binlerce can alması dışında deprem sonrası yaşananlar, bu insanların yoksulluğunu, aç ve susuzluğunu, çaresizliğini, hayatta kalma, yaşam mücadelesinin en son sınırında olduklarını gösteriyor. Yaşamın, insanın en doğal hakkı olduğunun en dip sınırını gözler önüne seriyor. Bu sahneleri seyreden tüm insanların insanlıklarından utanması gerekir. İnsanların bu derece yoksul, çaresiz hale getirilmesinin sorumluları düşünülmeli, onlara karşı nefret püskürtülmelidir.
Halkın bu kadar can havli içinde olmasının temel nedenini yüzyıllardır yaşadığı ya da yaşamak zorunda bırakıldığı koşullarda aramalıdır. Haitililer aslında kıtalarında ilk kara derili devrim yapan kahraman, çalışkan, yaşam coşkulu bir halktır. Napolyon’un yenilmez generalini denize atarak 200 yıl önce bağımsızlık ilan etmişler. Fransa bağımsızlıklarını “satmayı” kabul etmiş, küçücük Haiti adasını daha o günlerde milyonlarca dolarlık dış borca bağlamış. Devrimleri ellerinden çalınmış ve ikinci sömürgeci, kıyılarından 100 km uzaklıktaki ABD gelmiş. Küba’nın Batista’sı gibi Haiti’nin de “Baby Dok’u ” ülkeyi yıllarca Batı tekellerine peşkeş çekmiş. 1991 yılında Haiti halkı onu da devirdi ve halkçı, papaz J.B.Aristide’yi %75 oyla seçti. Ama bu kez gene ABD ve Fransa oyunu ile bu liderler de iktidardan indirilip sürgüne yollandı. Başa oturtulan gangster lider ile yeni liberal politikalar uygulatıldı ve var olan bir avuç kamu malı özelleştirerek zenginlere dağıtıldı. Kendisini geliştirebileceği tüm zenginlikleri, her sömürü döneminin özelliklerine göre elinden alındı. Halk, bugün içinde yaşadığı yoksulluğa itildi.
Küba ise hemen Haiti’nin batısında sanki onun coğrafi kardeşi gibidir. Castro liderliğindeki devrimleri sayesinde Küba halkı, sömürgecilere karşı direnip Haiti gibi yoksul ve bugün gözümüz önüne serilen açlık ve insanlık dışı durumda yaşamaktan kurtuldular. Yılların direnişinin kazanımları ile Küba yalnız kendi halklarına değil, Haiti gibi felaketle yüz yüze gelen ülkelere bile yardım ediyor. Ama o ABD gibi askeri değil tıbbi yardım yapıyor. Bugün Haiti kardeşine en çok yardım eden ülke Küba’dır. Eğer Haiti’de Küba gibi bağımsız bir ülke olup sömürülmese kendi kahve, şeker, muz, pirinç ürünleri ile 10 milyonluk nüfusunu besleyebilir, cennet deniz ve kumsalı ile yüz binlerce turistin geliri ile sosyal tesislerini kurar, her türlü doğal felakete karşı daha dayanıklı bir ülke haline gelirdi. Doğal felaket sonrası ayakta kalanlar, şimdiki perişanlıkları yaşamazdı.
Bu sistem, insanları doğal felaketlere karşı hazırlıklı yapmıyor, aksine onun can alıcı etkisini daha çok şiddetlendirdiği gibi, kendisi de her gün doğal felaketten büyük felaketler yaratıyor. Bu sistem üretim biçiminin yol açtığı iklim değişikliği toprak altından değil, atmosferden gelecek bir doğal felaket yaratma yolundadır. Hem de yalnız Haiti gibi küçücük bir adadaki insanları değil, tüm dünya insanlarını tehdit etmeye doğru hızla ilerliyoruz. Aynı Haiti’deki gibi gene yoksullar bundan en çok zararı görecektir. Eğer bu doğal afetlerden en az zararla kurtulmak, onların yıkıcı, şiddetli etki ve sonuçlarından korunmak istiyorsak, en başta şu kapitalist sistemi yıkmak zorundayız. Yoksa hem doğal, hem de sistemin yarattığı felaketler katmerleşerek insanlığa daha pek çok acılar çektirecek.