ABD ve Rusya’nın ateşkes konusunda anlaşmasından sonra Ankara, Suriye politikasında artık duvara dayanmış, gidecek yeri kalmamıştır.
Son bir haftada yaşanan baş döndürücü gelişmeler bir yandan Ankara’ya neredeyse hiç manevra alanı bırakmadı; öte yandan Saray’ın sinirlerini iyice bozdu. Erdoğan her gün bir toplantıda bağırıyor, azarlamadığı kişi ve ülke kalmadı.
Yine bu kısa aralıkta yalanlar zirve yaptı. Ankara patlamasının faili konusunda kimseyi inandıramayan açıklamalar yapıldı, ancak hepsi boşa düştü. Obama ile uzun telefon görüşmesi sonrası yapılan açıklamalar birbirini tutmadı. Ankara bir türlü PYD ve YPG konusunda “müttefiklerini” ikna edemedi, edemedikçe daha çok öfkelendi, tüm diplomasi kural ve geleneklerinin dışına çıkılarak dünyaya hakaretler yağdırıldı.
“Paralel” operasyonlarından beri güvenlik ve hukuk sistemi tümüyle keyfileşmiş, kimsenin güveni kalmayan kurumlara dönüşmüştü. Bunun nedeni sistemin tepesindeki keyfileşmeydi. Son altı aydaki gelişmelerle bu keyfileşme artık bir doyum noktasına doğru gidiyor. Devletin Kürt coğrafyasındaki kentleri yıkması, bu çatışmalar sırasında yalan açıklamaların gündelik olay haline gelmesi, Ankara patlamasıyla tam bir zirve yaptı. Ankara’nın inandırıcılığı hızla sıfıra yaklaşıyor. 1 Kasım seçimlerine giderken insanları “istikrar için tek başına AKP iktidarının gerekli olduğuna” inandıran Erdoğan, her geçen gün bu siyasal kozunu yitiriyor. Ülkenin içi de sınırları da cehenneme dönüştü.
Tam bu noktada ABD ve Rusya’nın ateşkes konusunda uzlaşmaları Ankara’yı iyice çaresiz bırakabilir. Cenevre görüşmeleri sırasında ve sonrasında tüm dünyanın gözü önünde “oyun bozucu” rolünü üstlenen Ankara, ateşkes sonrası bu rolünü daha arttırırsa kendisini bütünüyle açmaza sokacaktır. Konu sınırdan bazı birliklerin Suriye’nin kuzeyine sokulması ya da top atışlarıyla yapılan tacizle çözülebilecek kadar basit değildir. Ankara, son derece dar bakışla işi yokuşa sürerek oyunu bozabileceğini sanıyor. Ya da kendini böyle bir olasılığa inandırmaktan başka çıkış yolu kalmadı.
Resme biraz uzaktan bakınca Suriye bilmecesinin bazı yönleri oldukça net görünüyor. ABD ve Rusya bu durumun sürdürülemez olduğunda hem fikir oldular. Ateşkesle sahaya kısmen bir düzen vermek ve IŞİD’e daha koordinasyonlu bir şekilde yönelmek, uzlaşmanın yakın hedefidir. Sonrasını bugünden kestirmek ise mümkün değildir.
Ancak Ankara, bölgedeki iki büyük gücü karşısına alarak, tüm enerjisini PYD’nin tasfiyesine kilitlemektedir. Otuz yıldır PKK için başaramadığını, bölgenin bu cehennem ortamında PYD için başarmayı hayal etmek, cumhuriyeti kaçınılmaz bir şekilde kırılma noktasına doğru sürüklüyor. Cumhuriyetin, Kürt halkını inkar ve imha refleksi köpürdükçe kırılma noktası yakınlaşıyor. Üstelik artık “Kürt sorunu” Irak’ın işgalinden beri ülke sorunu olmaktan çıkıp, bölge sorunu haline gelmiştir. Suriye iç savaşı ile durum bu yönde derinleşmeye devam ediyor. Ne ABD ne de Rusya “Kürt sorunu” konusunda Ankara gibi düşünüyor. İktidar zorladıkça çatlak daha fazla derinleşiyor.
ABD ve Rusya uzlaşmasıyla Ankara’nın hareket alanı neredeyse sıfıra yaklaşmıştır. Bundan sonra her zorlama artık aynı zamanda Cumhuriyetin çoktan ömrünü dolduran kalıplarının da zorlanması anlamına gelecektir. Saray bu topraklar için çok tanıdık olan devlet refleksiyle Kürt halkını bir kez daha inkar histerisine kapılmıştır. Fakat daha önceleri Türkiye sınırları içinde karanlık bir sahnede oynanan oyun şimdi bölge ve dünyanın gözü önünde oynanıyor. Üstelik bölgede öyle bir güçler dengesi var ki, her şey Ankara’nın aleyhine gelişiyor.
Siyasal İslam “yüz yılda bir yakaladığı” fırsatı yitirmenin eşiğine gelmiştir. Kürt sorununda asker ile iktidar arasındaki uyum yanıltıcı bir görünüş yaratabilir. Saray’ın duvara karşı politikası devam ederse Türkiye’yi bekleyen yeni aşamanın adı “Pakistanlaşma”dır.
Suriye sınırına örülen beton duvar bu “tehlikeyi” durdurabilecek midir?
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]