Davutpaşa Katliamı: Öfkemiz İsyanımızın Mayasıdır!
Duvardaki Sarmaşık(1), Taban Örgütlenmeleri
Volkan YARAŞIR
Paraguay’ın başkenti Asuncion’da bir hipermarkette çıkan yangın üzerine, işveren talan olmasını engellemek için bütün kapıları kapatıyor. İçerde bulunan 100’ün üzerinde müşteri ve işçi dışarı çıkamadığı için, yanarak feci şekilde ölüyor. Davutpaşa katliamını duyduğumda aklıma bu olay geldi (2).
Sermaye için işçilerin hiçbir değeri yoktur, onlar yalnızca sömürülecek nesnelerdir. İşçilerin ölmeleri, yaralanmaları ve aç kalmaları umurlarında bile değildir. İşin trajedisi işçilerin de yaşananları bir kader olarak görmesidir. Asgari ücretle olağanüstü zor koşullarda çalışan, hiçbir güvencesi olmayan, her an iş kazası geçirme ihtimali olan, günde 10 saat ya da daha fazla emek harcayan, en az 3 ya da 4 kişiye bakan, gecekonduda oturan işçinin öfkelenmemesi, kin duymaması anlaşılır gibi değildir. Hatta bu tavrıyla sermayeye asıl olarak güç veren ve onun mutlak tahakküm isteğine onay veren işçinin ta kendisidir.
Kapitalizmin tek bir düsturu, yani kanunu, kaidesi vardır, o da azami kâr elde etme isteğidir. Bu onun ontolojisidir. Azami kârı gerçekleştirmek için en başta sınıfın her düzeydeki örgütlülüğünü dağıtır. Bilincini ve kimliğini deforme eder. İşçiyi kendine bile değersiz, hiç hissettirir. Ve yaşananları kadr-i mutlak gibi gösterir.
Davutpaşa katliamının bir kolektif sınıf öfkesine ve kinine dönüşmemesi gerçekten düşündürücüdür. Hatta bizlerin bile bu olayları normalleştirdiğinin, sıradanlaştırdığının göstergesidir. Şunu unutmamak gerekir; evet bireysel kin kişiyi çürütür, patolojikleştirir ama sınıf kini olması gereken bir şeydir. Bu kahrolası kapitalist dünyayı reddediştir. Tahammülsüzlük bir itirazdır. Sınıfın öfkesi de benzer özellikler taşır. Davutpaşa katliamı sınıfın öfkesini tetiklemeliydi. Türkiye işçi sınıfının ana gövdesini oluşturan güvencesiz işçiler, benzer sitelerde, benzer atölyelerde, benzer işyerlerinde çalışıyorlar. Aynı koşullarda ve aynı problemlerle her an karşılaşıyorlar. Bu alanlarda bir şeylerin yapılmasını, sınıfın ayağa kalkışını sağlamak için önce Davutpaşa gibi katliamlara karşı sarsıcı, sistemi rahatsız edici ve sınıfın geneline örnek oluşturucu pratikler yaratmak gerekiyor (3), böylesi bir adım yol gösterici olacaktır. Davutpaşa, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün ürünüdür. Davutpaşa, sınıfın rıza göstermesinin sonucudur. Davutpaşa, sınıf bilinci ve kimliğindeki deformasyonun dışavurumudur. Davutpaşa’nın son olmasını arzuluyorsak, artık her atölyede, her sitede, her organize sanayi bölgesinde bir “hayaleti” dolaştırmayı başarabilmeliyiz. O “hayalet”, örgütlenmedir. İşçinin yalnızlığına, güçsüzlüğüne, boyun eğişine karşı örgütlenmek tek şiar olmalıdır. Bu vahşi sisteme karşı tek çarenin örgütlenmek olduğunu, inatla anlatmalı, göstermeli ve hayata geçirmeliyiz.
Belki Kolombiyalı devrimcilerden öğrenebiliriz. Kolombiya’da Gueverist gelenekten gelen M-19, “efsaneye” göre kendini şöyle deklare ediyor: “Başın mı ağrıyor? Çözüm M-19”, “Sorunun mu var? Çözüm M-19”, “Patronundan mı şikayetçisin? M-19’a başvur”, “Öfkeli misin? M-19’u bul”. Bu ve benzeri yazı ve afişler bir kampanya şeklinde ülkedeki duvarları süslüyor. Aylarca sokaklara, caddelere, M-19 imzalı yazılar yazılıyor. Herkes M-19’un kim ve ne olduğunu merak etmeye başlıyor. Tam bu noktada M-19 harekete geçiyor. Başkente bir müzede bulunan Simon Bolivar’ın kılıcını kamulaştırarak, yaslandığı geleneğe işaret ediyor. Ve bir dizi askeri garnizonu ve polis merkezini basarak, kuruluşunu ilan ediyor. Bizler de işçi havzalarında benzer bir şeyi yapabiliriz. Örgütlenmenin “efsanesini” yaratıp, her işçiyi efsanenin parçasına dönüştürebiliriz. Efsanenin her atölyede, her sitede, her işçi kahvesinde, işçilerin dilinde dolaşmasını sağlayabiliriz. Mesela şöyle: İşyerinde baskıyla mı karşılaşıyorsun? Haydi taban örgütlenmelerine; seni eziyorlar mı? Taban örgütlenmeleri seni ezdirmez; şikayetin mi var? Taban örgütlenmeleri çözer; kendini yalnız mı hissediyorsun? Taban örgütlenmeleri sana güç verir.
Taban örgütlenmeleri duvardaki sarmaşık gibidir. En olmaz, en örgütlenemez denilen yerlerde köklerini emek ve sermaye çelişkisinden alarak boy veren, inatçı, tuttuğu yeri bırakmayan, kavrayan, her durum ve koşula yönelik biçim alan, en zor şartlarda dahi tutunmasını ve ayakta kalmasını bilen, sınıfın kolektif gücü, iradesi ve aklı olan yapılanmalardır.
Evet, biz sınıfın diğer kesinlerini de unutmadan, özellikle resmi açıklamalara göre aynı koşullarda çalışan 4,7 milyon işçinin sadece İstanbul’da 1 milyon 150 bin işçinin, daha genel bir yorumla sınıfın % 65’nin kaderlerine boyun eğmelerini engellemeliyiz (4). Kaderlerinin tek hakiminin kendileri olmasını sağlamalıyız. “Yeni” kapitalizmi enformelleşme artı taşeronlaşma olarak tanımlayabiliriz. Davutpaşa’daki gibi siteler, bloklar ve organize sanayi bölgeleri enformel sektörün merkezleri, kapitalizmin yeni azami kâr kaynaklarıdır. Üzerine çok laf edilen kayıt dışılık, “kayıt içilik”le neoliberal ekonominin birbirini tamamlayan unsurlarıdır. Yani beyaz ya da siyah bir ekonomi yoktur. Neoliberal ekonomi zaten gridir. Sermaye kayıt dışılıkla beslenirken, güvencesizlikle ucuz emek “cennetleri”, “vahaları” yaratıyor. O sitelerde, küçük atölyelerde kan, gözyaşı ve terle dünya çapında markaların üretilmesi boşuna değildir. Formel yaklaşımların tutmadığı, çözüm olmadığı bu alanlarda formel olmayan yöntemlerin devreye sokulması zarurettir. Bu alanların kendine özgü sorunlarını gören, son derece esnek, sınıfın dünyasını ve evrenini kavrayan, sınıf bilinci ve kimliğini inşa eden örgütlenmeler yaratılmalıdır. Enformel sektörde dolaşan hayalet bu olmalıdır. Yani duvardaki sarmaşık, emeğin tarihsel birikimi olan taban örgütlenmeleri… İşçiler böylece dostlarının olduğunu, geleceksiz olmadıklarını, eğer örgütlüyseler her şey olabileceklerini görürler. İşçiler Marx’ın dediği gibi şunu anlamalıdır: “Emek, zenginler için harikalar yaratır, ama işçi için yoksunluk üretir. Saraylar yapar, ama işçi için inler üretir. Güzellikler yaratır, ama işçi için solup sararma üretir. Makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik, davranış ve yaşama biçimi bakımından alçaltır; (burjuvazinin) zihin alanını genişletirken, alıklığı ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir.” Bunu yaratan kapitalist sisteme, sermaye düzenine karşı, sınıfın elinde tek bir silah vardır: örgütlü olmak… örgütlenerek ayağa kalkmak. Taban örgütlenmeleri esnekliği, kolay kurulabilirliği, somut sorunlara müdahale etme kapasitesi ve sınıfın kolektif gücünü ve iradesini açığa çıkarmasıyla, emek tarihinin yarattığı en mütevazı ve en muazzam yapılanmalardır. İşçi sınıfına bu silahın gücünü anlatmak ve bu silahla donanmasını sağlamak en acil görevdir.
Dipnotlar:
(1) Duvardaki Sarmaşık Gibi… adlı çalışma Uruguay’da şehir gerillası eylemlerini örgütleyen Tupamaro’ların önder kadrosunun askeri diktatörlük koşullarında 11 yıl tam izole edilmiş bir halde, ölüm hücrelerindeki hayatlarını anlatmaktadır. Kitabın yazarları Rosencof ve Huidobro da Tupamaro’ların tarihsel önder kadrolarındandır. Duvardaki sarmaşık metaforu, her şart altında yaşama sarılma ve ayakta kalmaya gönderme yapmaktadır. Yazıdaki “Duvardaki Sarmaşık” ise, taban örgütlenmelerinin her şart ve koşul altında, en küçük atölyeden ya da onlarca atölyeden oluşan sitelere kadar kurulabileceğini, her şeye rağmen ayakta kalıp, yaşayabileceğini anlatmaktadır. E. Fernandez Huidobro, Mauricio Rosencof. Duvardaki Sarmaşık Gibi; Belge Yay., 1993.
(2) Son araştırmalara göre Türkiye’de yılda 80 bin iş kazası oluyor, yaşanan kazalar sonucu 1600 işçi yaşamını yitiriyor. Yani Türkiye’de her 5 dakikada bir iş kazası gerçekleşiyor ve her 6 dakikada, bir işçi kaza sonucu ölüyor. Türkiye’de 50 ve üzerinde işçi çalıştıran 15 binden fazla işyerinde iş güvenliği ve iş sağlığı konusunda yasal zorunluluklar yerine getirilmiyor. Bu durum küçük ve orta ölçekli işletmelerin önemli bir oranının ölüm mekanları gibi faaliyet yürüttüğünü göstermektedir.
(3) İşçi sınıfının mücadele ve eylem zenginliği öğreticidir. Bu eylemlerin sarsıcı sonuçları olmuştur. Örneğin İspanya’da 1971’de yaşananlar, Davutpaşa gibi katliamlara karşı neler yapılabileceğine örnek oluşturabilir. 1971 yılında İspanya’nın El Ferrol kentinde tersane işçileri toplusözleşme sürecinde yaşanan tıkanma üzerine harekete geçti. Önce iş yavaşlatma, mesaiye kalmama, yemek boykotları yapıldı. İşçilerin tepkilerine rağmen faşist ve korparatist sendika, toplusözleşmeyi imzaladı. Bunun üzerine işçiler tersaneyi işgal etti. Polis müdahalesiyle işgal kırıldı. İşçiler bir araya gelerek şehirdeki bütün işyerlerini gezip eylemlerini desteklemelerini istediler. İşçilerin bu tavrına karşı polis, şiddetle saldırdı. Çıkan çatışmada polis kurşunuyla iki işçi öldürüldü ve 40 işçi ağır yaralandı. El Ferrol’deki hava iyice gerildi. Şehir askeri birlikler tarafından ablukaya alındı. Yaşananlar İspanya’nın genelinde işçileri harekete geçirdi. İşçiler, İspanya’nın bütününde El Ferrol katliamını protesto etmek ve dayanışmalarını göstermek için kollarına siyah pazubent bağladı. Siyah Pazubentler sınıfın öfkesinin dışavurumuydu. Kolektif dayanışma ve karşı duruşu simgeliyordu. Bu ve benzeri eylemler İspanya işçi sınıfını şekillendirdi. Franco-faşizminin yıkılmasında önemli rol oynayan bir nevi sovyetik örgütlenme olan İşçi Komisyonları’nın–CC.OO gücünü pekiştirdi. Daha geniş bilgi için bkz., Volkan Yaraşır. Uluslararası İşçi Hareketleri; Tümzamanlar Yay., 2004, s. 331-422.
(4) Bu söylediklerimiz sınıfın geri kalan bölümünün olumlu bir pozisyonda olduğu anlamına gelmez. Aynı problemler farklı dozajlarda da olsa, % 35’lik kesimde de yaşanmaktadır. Yazının mahiyeti nedeniyle güvencesiz işçilere özel vurgu yapılıyor. Taban örgütlenmeleri sendikalı, “güvenceli” kesimler için de vazgeçilmez bir örgütlenme biçimidir. Taban örgütlenmeleri sınıfın şekillenmesi ve yeniden yapılanmasının temel araçlarından birisidir.