Çamur Çörekleri
Ayşe TANSEVER
6 Nisan 2008
Bizim burjuva medyası da halkın yiyecek alma gücünü gündem yapmaya başladı. Bilindiği gibi halk pazarları, marketlere göre daha ucuz sebze meyve satan yerlerdi. Ancak çeşitli nedenlerle artık bu durum değişme eğilimi taşıyor. Pazarlar ucuz değil daha pahalı, yoksul değil sadece orta sınıf alış veriş yapabiliyor. Bir TV programında yoksul bir kadın, pazarlarda 250 gram verilmediği için mecburen marketlerden alış veriş yapmakta olduğunu söylüyordu. Sırf bir maaşla geçinen insanlarımız artık yiyecek içecek maddelerini almakta daha zorlanır hale geldiler, çünkü yiyecek fiyatları çok hızlı bir şekilde artıyor. Açlıktan sokaklarda ölen insanlar henüz görmüyoruz ama dünyadaki eğilime bakarsak, bu felaketten çok uzak olduğumuz söylenemez.
Konu, Birleşmiş Milletler Gıda Programının resmi açıklamaları ile dünya gündemine oturdu. Bu konuda yazılar yazılıyor, olaylar yaşanıyor. Dünya Bankası başkanı Amerikalı Robert Zoellick, 2005 yılından beri gıda fiyatlarında %80’lik bir artış olduğuna işaret ederek 33 ülkede istikrarsızlık beklenebileceğinin uyarısında bulundu.
Yazılanlar ve yorumlara göre dünyamız 21. yüzyılın en büyük felaketi ile yüz yüzedir. Yeni bir açlık felaketi gelmek üzeredir. Bu açlık felaketi geçmişte yaşanandan farklılıklar taşımaktadır. Eskiden Afrika kıtasının çöllerinde, “kuraklık ve çatışmaların” ya da güney Asya’da “fazla nüfus ve kast sisteminin” açlığa, yoksulluğa yol açtığı söylenirdi. Kaburgası sayılan, üstüne konan sinekleri kovalamaya enerjisi olmayan çocuk ve annelerinin perişan fotoğrafları herkesin yüreğini sızlatırdı. Şimdiki açlık dalgası, artık yoksul ülkelerin kırlarından kentlerine sıçramış, oradan da merkez ülkelere doğru yayılma eğilimi taşımaktadır. Bu açlık ve yoksulluk dalgası başka ekonomik olgularla birlikte bir çığ gibi büyüyerek, çeşitli kanallardan dünya insanını kuşatmaya başlamıştır. 2. Dünya Savaşı sonrası başlatılan “yeşil devrimler”, artık emperyalist küreselleşme ve yeni liberal politikaları ile geri tepmeye başladı. Yeşeren her şey kurumaya, can çekişmeye ve ölmeye başladı.
Belirtiler
BM Gıda raporuna göre, Güney Asya ve Afrika ülkelerinde yaşayan milyarlarca insanın temel gıdası olan pirinç fiyatları tarihte görülmeyen rakamlara ulaşmıştır. Yalnız son iki haftada fiyatı %50 arttı. Aynı şekilde mısır, buğday ve yemeklik yağ fiyatları da son 20–23 yılın en yüksek rakamlarına ulaştı. Son iki yılda %60- %70 civarında artmış durumda. Bizde de okuyoruz, patates ve soğan fiyat artış rekorları kırıyorlar. Domates ve havuç da çok zam görenler arasındadır. Dikkat edersek, bunlar zaten sıradan halk için pahalı olan portakal, muz, taze fasulye, domates gibi yetiştirilmesi daha zor ürünler değil, şimdiye kadar ucuz olup halkımızın hep tükettiği yiyecek maddeleridir. Pirinç, mısır ve buğday ise 3. Dünya ülkelerinin en çok tükettiği, karnını doyurduğu, sofrasının temel maddesi olan ürünlerdir. Ve şimdi, işte bu ürünlerin dünya ölçüsünde fiyatları görülmedik şekilde artıyor.
Dünya Bankası Başkanı uyarmadan daha ayaklanmalar başlamıştı. Afrika’da Nijer, Senegal, Kamerun ve Burkina Faso, Gine, Fas’ta sosyal ayaklanmalar oldu. Halklar sokaklara döküldü. Mısır’da devlet sübvansiyonlu ekmek kuyruğunda bekleyen insanlar birbirine girdiler: 4 ölü 7 yaralı. Bunun üzerine devlet orduyu yardıma çağırdı. Bu ekmeklerden alma hakkı olan insan sayısı arttırıldı. Ordu fırınları, şimdi bu yoksul halka ucuz ekmek yapmak için harıl harıl çalışıyor. Bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde grevlerin, toplu gösterilerin yasak olduğu ülkede devlet tekstil işçileri, doktorlar ve öğretmenlerle birlikte, gıda fiyatlarının artmasına karşılık olarak maaşlarına zam istemek için grevlere, protestolara hazırlanıyorlar. Yılbaşından beri gıda fiyatları 2 kat artmış durumda. Yemen’de anneler ve babalar çocuklarını ellerinde “Açız!” pankartları ile yürüttüler. Belki böylece devlet yetkililerinin dikkatini çekebileceklerini düşündüler. Petrol üretmeyen diğer Orta Doğu ülkelerinde son iki aydır gıda fiyatları %20 artış gösterdi.
Dünya açlarının çoğunlukta olduğu diğer yer ise Asya kıtası. Hindistan’da geçen yıl içinde 25 bin çiftçi karnını, ailesini doyuramadığı ve borçlarını ödeyemediği için intihar etmişti. Bu sayının günümüzde kaça çıkacağı tahminini yapmak bile tüyler ürpertici. Bengaldeş’te 5 kilogramlık devlet sübvansiyonlu pirinci almak için kuyruğa girenler öfkelenip sonunda dükkânı işgal ettiler. Pakistan’da devlet, ocak ayından beri buğday ve un taşıyan kamyonları ordu ile koruyor. Endonezya’da soya fasulyesine yapılan zammı protesto eden halk ayaklandı, başkanlık sarayını kuşattı. Çin’de yemeklik yağ, buğday, et, süt ve yumurta fiyatlarına devlet denetimi getirildi. Filipinler dünyanın baş pirinç ithal eden ülkesi. Fiyatlardaki yükselmeden korkarak yüksek fiyatlara rağmen alım yapıldı. Stokçulara karşı özel yasalar çıkardı, tasarruf önlemleri açıkladı.
Amerika kıtasında Meksika, ABD ile yaptığı NAFTA anlaşması nedeniyle mısır ihracatçısı ülke olma durumundan, ithalatçısı durumuna geldi. Ünlü ulusal yemekleri tortilla fiyatları artınca, halklar sokaklara döküldüler. Haiti ve Dominik Cumhuriyetleri’nde durum içler acısı. Yeni yıldan beri pirinç, fasulye, meyve ve süt fiyatları %50 artmış. Haiti’de yiyecek fiyatlarının artması sonunda marketleri yağmalayan insanlar arasında çıkan çatışmalarda 4 kişi öldü. Yazımıza adını verdiğimiz bir cins çamurdan yapılan çörekler “moda” oldu. Yoksul aileler çocuklarının önüne bir aş koyamadıklarından, bildiğimiz çamurdan yaptıkları çöreklerle çocuklarının karnını doyurmaya çalışıyorlar. Haftada 3 gün bununla doyanlar var. Hatta bu çamur çörekler pazarda bile satılıyor. İnsanlar bunun sağlıklarına getireceği zararı bile bile yemek zorunda olduklarını söylüyorlar. Bu arada ABD’de milyonlarca insanın her akşam çorba kuyruklarına girdiğini ve bu sayının giderek arttığını da ekleyelim.
Devletler bu durumlar karşısında çeşitli önlemler almaya çalışıyorlar. Hindistan ve Vietnam pirinç satışlarını durdurdu. Bengladeş ve Filipinler acil pirinç alımına giriştiler. Ya da pirinç gibi temel maddelerin ithalinden alınan gümrük miktarları indirilip ihracat kolaylaştırıldı. Sübvansiyonlar arttırıldı, ya da sübvansiyondan yararlanan insan miktarı fazlalaştırıldı.
Öte yandan uluslar arası yardım kurumları, 78 ülkede 73 milyonun karnını doyurmak için aldıkları gıda mallarının aynısını bu yıl da alabilmek için, 500 milyon dolarlık ek gelire ihtiyaçları olduğunu açıkladılar. Bu parayı bulmak söz konusu olmadığı için yardımı kısmak zorunda kalacaklar. Hem tüm açlara yetişemeyecekler, hem de verdikleri porsiyon miktarı kısılacak. Ayrıca da gıda fiyatlarındaki yükselişin ekleyeceği yeni açlar için hiçbir umut yok. Yani, ya çamurdan çörek yiyerek ağır ağır, ya da aç kalarak birden ölecek insanların sayısı önümüzdeki günlerde artacak.
Arz ve Talebe Bağlı Nedenler
Neden birden bu gıda sorunu ile karşı karşıya kalındığı sorusuna verilen çeşitli yanıtlar var. En çok öne sürülen gerekçe, dünya nüfus artışı ile tarım ürünleri artışı arasındaki dengesizliktir. Yani beslenecek insan sayısı artmasına karşılık, tarımda üretim buna eş değerde arttırılamıyor.
İkinci neden olarak iklim değişikliği gösteriliyor. Şimdiye kadar verimli bilinen topraklar, seller veya kuraklık nedeniyle yeterince ürün vermiyor deniliyor. Erozyon önemli bir faktör. Çin’in ekilebilir topraklarından son yıllarda 8 milyon hektar alan ekilemez olmuş. Bir karşılaştırma olması açısından Almanya’da ekilen alan miktarı 12 milyon hektarmış. Yani birkaç yıl sonra Çin, Almanya kadar bir ekim alanını kaybetmiş olacak.
Başka bir neden olarak da, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde kapitalizmin gelişmesi ile orta sınıf sayısında artış olması ve sırf ekmekle beslenen sıradan insanların, şimdi pirinç gibi daha çeşitli gıdalar istemesi gösteriliyor. Et tüketimi de artmış. Bu nedenle verimli toprakların bir kısmı hayvan beslenmesine ayrılmış.
Bütün bu gerekçelerin elbette arz talep dengesini bozarak bir pahalılaşma yaratması olasıdır. Ancak bu olayların arkasında yatan daha derin nedenler olmalıdır. Bize göre asıl belirleyici olan, yeni ekonomik politikalar ve küreselleşmedir. Bilindiği gibi bu ekonomik politikalar devleti ekonomiden çekti. Piyasayı dev tekellerin güdümüne ve onların çıkarlarına bıraktı. Tarıma yapılan destekleyici uygulamalar ortadan kaldırıldı. Çiftçiye yapılan sübvansiyonlar, destekleme kredileri verilmez oldu. Çiftçiler kendi hallerine bırakıldılar. Ülkemizde bile son yıllarda 3 misli artan gübre ve benzin fiyatları ile yoksul köylülüğün baş edebilmesi olanaksızdı. Küçük çiftçiler yıllarca emeklerinin karşılığını alamadılar, topraklarını ekemeyecek duruma geldiler. Tarımımız gerilemeye başladı. Bizde olduğu gibi dünyanın her yerinde tarım üretimi düştü. Verimlilik azaldı. Financial Times gazetesinde çıkan bir yazıya göre, genel olarak 1980 yılında tarımdaki üretkenlik %2,5 iken, 1990 yıllarında %2,2’ye, sonra 2000 yıllarında ise %1’e düşmüş. Herhalde günümüzde de %0 rakamlarına yaklaşmıştır. Birçok uzmanın belirttiği gibi, “Yeşil Devrimler” döneminin yarattığı olumluluklar, 30 yılda yenilip tüketildi. Tarımsal üretimin düşmesinin baş sorumlusu yeni liberal politikalardır.
İklim değişikliğinin tarımsal üretimi düşürme sorununun altını deşersek, ayni politik gerekçeleri görebiliriz. İklim değişikliği kapitalizmin dengesiz büyümesinin bir sonucudur. İnsanlar, tarımda çalışmakla karınlarını doyuramayınca kentlere göç ediyorlar. Kentler milyonlarca insanın barındığı devasa alanlar haline geliyor. Bu yerleşim alanları iklimi değiştirecek özellikler doğuyor. Bizim ülkemizde de gördüğümüz gibi, bu kentlerin su ihtiyaçları kilometrelerce uzaktan getirilecek kaynaklar ile çözülmeye çalışılıyor. Ya da yeşilliğin olmadığı sırf beton toprak alanlar yağmur çekmiyor. Ya da yağan yağmurlar sellere yol açıyor. Bu tür devasa yerleşim birimleri doğal yaşantı dengesini bozucudur. Doğa bunları kaldıramıyor. Bu da iklim değişikliği sonucu bu ülke ekilebilir topraklarında büyük değişikliklere yol açıyor. Sonuçta arz ve talep sorunu olarak gösterilen nedenler, aslında yeni liberal politik uygulamaların yarattığı dengesizliklerin bir sonucu olarak ele alınmalıdır.
Doların İstikrarsızlığı
Tarım ürünlerindeki fiyat artışının temel nedenlerinden biri de doların değer kaybetmesidir. Eğer olayları tepesi taklak açıklamayacaksak, doların değer kaybetmesinin en başlıca nedeni ise ABD’nin Irak’taki başarısızlığıdır. Irak’ta başarı sağlayamayan ABD, dünya süper gücü olarak inandırıcılığını kaybedince doların dünya parası olması, tüm metaların onunla değiştirilmesi, birikimlerin dolar olarak tutulması gerekçesini sorgulamayı getirdi. Dolardan kaçmalar başladı, dolar fiyatı düştü. Dolar ile satılan petrol bu kez pahalılaşmaya başladı. 2003 yılında, “Saddam’a savaş açılırsa ne olur?” soruları sorulurken, kötü senaryolardan biri, bir varil petrolün 100 doları bulmasıydı. Günümüzde bu gerçekleşti. Şimdi “200 dolar olur mu?” diye soruluyor.
Yüksek petrol fiyatı, yiyecek madde fiyatlarının pahalılaşmasının baş nedenlerinden bir diğeridir. Petrol, tarım ürünlerinin traktörle ekilip biçilmesinden pazara taşınmasına, sonra insanlar tarafından pişirilip tüketilmesine kadar tüm süreçler için olmazsa olmaz bir önkoşuldur. Gübre bile petrolden yapılır. Tarım ürünlerini işleyen fabrikalar petrolle çalışır. Petrol fiyatlarının artması, tarım ürünleri fiyatlarının artmasının ikiz kardeşi gibidir.
Doların değer kaybetmesi, buna bağlı olarak petrol fiyatlarının artması, dünya ticari dengelerini ve tüm dünya fiyatlarını altüst edici bir rol oynamıştır. Dolar ile satılan her şey değer kaybediyor ama bir başka şekilde bu değer kaybı telafi ediliyor. Bu durum tüm ülke dengelerini alt üst edici bir işlev görüyor. Tarım ürünleri ve yiyecek maddelerindeki fiyat artışları da bundan en büyük payı almaktadır. Ülkelerin fiyat denge sistemleri altüst oldu.
Irak başarısızlığının sonucu bununla da bitmiyor. ABD Orta Doğu petrollerinin denetimini eline alamayacağını anlayınca enerji ihtiyacını karşılamak için, alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapmaya başladı. Bunların başında bioyakıt gelmektedir. Bilindiği gibi mısır, şeker kamışı gibi çeşitli tarım ürünlerinden yakıt elde edilebilir. Bu yakıtı elde etmek, aynı petrolde olduğu gibi büyük bir sanayi gerektirir. Nasıl petrol çıkartmak, işlemek için büyük tesisler, rafineriler, taşımak için tankerler, satış için benzin istasyonları gerekli ise, bioyakıt da aynı türden alt yapı yatırımları ister. Apayrı rafineriler, depolama tesisleri ve dağıtım kanalları gerektirir. ABD birkaç yıldır hızlı bir şekilde bu işe girişti. Milyarlarca dolarlık tesisler kurdu. Brezilya ile bioyakıt anlaşmaları imzaladı. ABD topraklarında yetişen mısırın %20’si bioyakıta dönüştürülüyor. Eskiden tahıl üretimine ayrılan birçok tarım alanı, şimdi daha karlı olduğu için mısır ekimine ayrılmıştır. Aynı şekilde Brezilya ve AB ülkeleri de ürünlerinin bir kısmını yakıta ayırıyorlar. Brezilya kırları, tahıl ekmeyi bırakıp biotahıl ürünleri ekmeye başlıyor. Hatta iklim düzenini asıl bozacak olan, yağmur ormanlarının kesilip yerine bu ürünlerin ekilmesine başlanmasıdır.
Eğer tarım ürünlerinde fiyat artışı arz ve talep yasalarına göre oluyorsa, bunun baş sorumlularından bir diğeri bioyakıttır. Bioyakıtın yol açacağı insanlık felaketi, Kastro dâhil birçok ilerici tarafından çoktandır dile getirildi. Hindistan ve Çin insanının alım gücünün artması ve iklim değişikliğinin yarattığı olumsuzluklardan çok daha önemlisi bioyakıtın yarattığı durumdur. Lüks bir spor arabanın tek bir benzin deposuna doldurulan yakıt miktarının, bir insanın bir yıllık yiyeceğine eş değerde olduğu hesaplanmış. Yani hızlı lüks araba meraklısı zengin bir insanın birkaç kilometrelik keyfi ile, yoksul bir insanın bir yıl karnı doyabilecektir. Yani zengin ve yoksul arasındaki çıkar farklılığı artık bu kadar uyuşmaz duruma gelmiştir. Milyarlarca insanın açlığı, belki de gelir dağılımındaki bu uçurumu temelinden halledecek bomba işlevi görecektir.
Henüz Gizlenen
Dünya Ticaret Örgütü bilindiği gibi 3.Dünya ülkeleri ve merkez ülkelerin arasında tarım ürünleri ve yapılan sübvansiyon üzerineydi. 3. Dünya ülkeleri, batının çiftçilerine yaptığı sübvansiyonları kaldırmadan tarım ürünlerine koydukları gümrük duvarlarını indirmemekte direndiler. Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başarılı direnişi ile bu merkez ülke saldırıları püskürtüldü. Doha görüşmeleri bir anlaşmaya varılmadan kapandı. Merkez ülkeleri, kendi zengin çiftçilerini korumaktan vazgeçmedi. Gümrükler tarım alanlarında kaldırılamadı. Şimdi tarım fiyatlarının yükselmesinin, bu sorunu dolaylı olarak çözeceği açıktır. Tarım fiyatlarının yükselmesinin, merkez ülkelerinin bu sorunlarını da 3. Dünya ülke insanlarının açlıktan ölmesi pahasına uyguladıkları politikalarla çözme yoluna girdikleri açıktır. Yükselen tarım fiyatları merkez çiftçisinin devlet sübvansiyonu yapmasına gerek duymayacaktır. 3. Dünya tarımının tahrip edilme pahasına bu başarılmıştır.
Doha’da bir anlaşmaya varılmadan, nasıl oldu da başka kanallarla böyle bir “başarı” sağlandı? Nasıl oldu? Küreselleşmede çıkarını korumasını bilen merkez ülke finans-kapitalinin pazar kurnazı olduğuna şüphe yoktur. Bunu nasıl başardıkları ayrı bir inceleme konusudur. Ancak kabaca şunu tahmin etmek yanlış olmayacaktır düşüncesindeyiz.
Küreselleşme ile tarım ürünlerinde dünya ölçüsünde borsalar kurulmuş, tekelleşme korkunç derecede artmıştır. Dünyanın merkezinde oturan bir tarım tekeli, bilgisayarlı borsalar kanalı ile 3. Dünya ülkesindeki herhangi bir kent tahıl borsasından alış veriş yapabilmektedir. Düğmeye basarak, bankalar kanalı ile parasını yatırarak anında herhangi bir tarım ürününü alabilmektedir. Böylece istediği ürün üzerinde dünya ölçüsünde bir tekel kurmak yeteneğine sahiptir. Doğa koşullarını, yağışları, kuraklığı inceleyerek, olası verimleri hesaplayarak, hangi üründe dünya rekoltesinin ne olabileceğini oturduğu yerden hesap edip o ürün üzerinde spekülasyon yapma teknik ve bilgisine sahiptir. Bu bilgilerle hangi tarım ürününe ne kadar para yatırsın, ne kadar fiyat biçsin hepsiyle oynayabilmektedir. Sanırız bugün tarım ürünlerinde yaşadığımız pahalılığın asıl nedeni böyle oyunların sonucudur. Arz talep sorunu, ya da iklim değişiklikleri yıllardır yaşanan ve de bu derecede büyük fiyat yükselmelerine yol açacak önemde olaylar değildir. Asıl sorun, tarım ürünleri üzerindeki bu tekelleşmenin yarattığı felakettir.
Dünyamız tüm verilere bakıldığında 21.yüzyılın en derin krizlerinden birinin içine girmiştir. Milyarlarca insan yiyecek bir lokma bulamama ya da bulsa bile alamama sorunu ile yüz yüzedir. Bu durumun sanayi kesimini de etkileyeceği kesindir. Kapitalist sanayiler çalışanların karınlarını doyurarak, onu yeniden üretime hazırlama durumundadırlar. Şimdi bu üretimden kopan insanlar dolaylı olarak kapitalist ekonomilerin daha da daralmasını doğurarak, zaten kapıda olan derin kapitalist krizi daha da derinleştirecektir. Ancak bu kriz ve korkunç gelir dağılım çarpıklığı gerçekten ama gerçekten bıçağın kemiğe dayanacağı sinyallerini vermektedir.
Açlıktan gözü dönmüş insanların televizyonda reklâmı yapılan nefis görünümlü yemekler yerine çamurdan çöreklerle avunması artık beklenemez. Değil mi?