[email protected]
SODAP SODAP SODAP
  • Anasayfa
  • Tarihimiz
    • Dr. Hikmet Kıvılcımlı
  • SODAP
    • Neden SODAP?
    • Program
    • Tüzük
    • Kurumsal Kimlik
    • Arşiv
      • 2021
      • 2020
      • 2019
      • 2018
      • 2017
  • Açıklamalar
  • Yayınlar
    • Sosyalist Dayanışma Dergisi
    • Direniş Dergisi
    • Yol Dergi
  • İletişim
  • Bağış Yap
SODAP'a Katıl
  • Home
  • /
  • SODAP
  • /
  • Sosyalist Dayanışma Platformu Programı

Sosyalist Dayanışma Platformu Programı

8 Şubat 2004

21. Yüzyılda Kapitalist Dünya

20. yüzyılın son çeyreği, dünyanın üçte birine yayılan sosyalizm deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı ve dünya üzerinde sol hareketlerin gerilediği bir dönem oldu. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılışının arından kapitalist-emperyalist sistemin bekçileri serbest piyasa ve özel mülkiyet düzeninin insanlığın ulaşabileceği nihai uygarlık biçimi olduğu safsatasını ilan ettiler. Kapitalist küreselleşme güya herkes için daha fazla refah ve özgürlük getirecekti. Bu yıllarda dizginlerinden boşalan neoliberal ekonomi politikaları, sistemin ideologlarının vaatlerinin aksine toplumsal eşitsizliği derinleştirerek daha fazla yoksulluk getirdi. İnsanlığın ortak emeğiyle yaratılan zenginlik dünya finans kapitalinin elinde birikirken dünya nüfusunun üçte biri açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildi.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından ilan edilen “Yeni Dünya Düzeni”nin vadettiği özgürlüğün, ABD’nin sözde gerekçelerle dünyanın herhangi bir bölgesini işgal etme özgürlüğü ya da uluslararası şirketlerin dünya kaynaklarını talan etme özgürlüğü olduğu bugün artık herkes tarafından görülmektedir. Vadedilen demokrasinin ise seçim sonuçlarının egemenlerden yana gerçekleştiği oranda kabul edilen bir oyun olduğu, Venezuela’da Chávez’e yapılan darbe girişimi, Bolivya’da Morales hükümetine karşı tertiplenen provokasyonlar ve Filistin’de Hamas’ın seçim zaferinin yok sayılması örneklerinde açık bir şekilde görülmüştür.

Sosyalizmin yıkılışının tetiklediği bir diğer süreç ise emperyalist güçler arasındaki rekabetin şiddetlenmesi oldu. 2001’de New York’ta İkiz Kuleler’in yıkılmasından sonra Afganistan ve Irak işgalleri fiyasko ile sonuçlanan ve son malî krizle birlikte ekonomisi sarsılan ABD’nin dünya üzerindeki hegemonyası aşınmaya başladı. Yeni emperyalist güç merkezleri olarak AB, Rusya ve Çin’in yükselişi çok kutuplu bir dünya tablosu yarattı. 2008’de patlayan malî krizle şiddetlenen emperyalist rekabet şimdilik bir dünya savaşını olmasa da bölgesel savaşları tetikliyor. Bu çok kutuplu dünya gerçeği içinde şiddetlenen paylaşım savaşları halklara büyük acılar ve yıkımlar yaşatmaya devam ediyor.

Kapitalist sistem 21. yüzyılın başında insanlığı ve gezegenimizi uçurumun eşiğine getirmiştir. 2008’in sonunda patlayan büyük kriz derinleşerek sürmektedir. Çalışabilir nüfusun yaklaşık üçte biri üretim süreçlerinden dışlanarak adeta “artık nüfus” haline getirilmiştir. Büyük kentlerin varoşlarına yığılan işsizler ordusu kendi kaderine terk edilmekte, en iyi ihtimalle yardımlara muhtaç bir yaşama mahkûm edilmektedir. Diğer yandan üçüncü dünya ülkelerine kaydırılan sanayi kolları yoğun bir emek sömürüsü üzerinde yükselmektedir. Dünyanın yoksullarına ya kronik işsizlik ya da vahşet koşullarında çalışma dayatılmaktadır.

Bu koşullar üçüncü dünyadan gelişmiş kapitalist ülkelere büyük bir kaçak göç dalgasını tetiklemiştir. Milyonlarca yoksul binbir yolla zenginliğin biriktiği emperyalist ülkelere akın etmektedir. Sayısız insani dramın yaşandığı bu göçler, günümüz dünyasının temel karakteristiklerinden birisi olmuştur.

Diğer yandan gelişmiş Batı ülkelerindeki tüketim çılgınlığı gezegenin enerji kaynaklarını bitirme noktasına getirmiş ve ekolojik dengeyi alt üst etmiştir. Bu durum sadece insan hayatını değil tüm canlı hayatı tehdit eder noktaya ulaşmıştır. İleri kapitalizmin sunduğu yaşam tarzı insanlığın bütünü açısından sürdürülemez niteliktedir. Ya da başka bir deyimle, dünyanın emperyalist merkezlerinde süregelen benmerkezci tüketim alışkanlıkları ancak dünyanın geri kalanının açlığa ve köleliğe mahkûm edilmesiyle sürdürülebilir.

Yeni bir yüzyılın eşiğinde ırk ve cins ayrımcılığı konularında da kapitalizmin sicili parlak değildir. Derinleşen toplumsal eşitsizlik en çok kadınları vurmakta; kimi araştırmacıların deyimiyle “yoksulluk kadınlaşmaktadır”. Ucuz ve uysal emek deposu olarak kadınlar ve çocuklar kapitalist emek piyasasına dâhil edilmektedirler. Irk ayrımcılığı ise sürekli yeniden üretilmekte, ırkçılık bir siyasi akım olarak dünyanın her yerinde yeniden boy vermektedir.

Solun gerilediği bir dünyanın hali budur. Ancak kapitalizm kaçınılmaz olarak kendi mezar kazıcılarını da yaratıyor. Tarihin sarkacının artık tersine salınmaya başladığını söyleyebiliriz. Dizginsiz piyasa düzenine karşı güçlü toplumsal mücadeleler tarih sahnesine çıkmaya başlamıştır.

Toplumsal Direnişler

1994 yılında ABD-Meksika arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması’nın uygulanacağı gün Zapatistaların başlattığı ayaklanma ilk işaret fişeği oldu. Ardından Seattle eylemleriyle kendisini ortaya koyan antiküresel hareket, gelişmiş Batı ülkelerinde yeni bir genç kuşağı neoliberalizme karşı toplumsal mücadeleye kattı. 2001 yılında Arjantin’de yaşanan ayaklanma neoliberal politikaların Latin Amerika’da iflasının ilanıydı. Kapitalizmin ana yurdu Avrupa’da refah politikalarının erimesine ve sosyal dışlanmaya karşı ilk isyan meşalesi Paris banliyölerinde göçmen gençler tarafından yakıldı. 2008 sonunda Yunanistan’da yaşanan olaylar gençliğin topyekûn başkaldırısına dönüştü. Güney Asya’da varlığını güçlenerek sürdüren Maocu hareketleri ve Ortadoğu’da İslami bir görünüş içerisinde de olsa devam eden toplumsal mücadeleleri bu tabloya eklediğimizde, neoliberal saldırıya karşı halk güçlerinin direniş bayrağını yükseltmeye başladığını söyleyebiliriz.

Bu toplumsal direnişlere yön verecek, ezilenlerin mücadele ufku olabilecek evrensel bir kurtuluş programı, yeni bir düşünsel paradigma bugün sistem karşıtı mücadelelerin temel bir ihtiyacı olarak öne çıkmaktadır. Muhalif dinî ideolojiler ya da kapitalizmin türevleri anlamındaki devletçi modeller bu ihtiyacı karşılayamaz. Kapitalizmin tek gerçek alternatifi olarak sosyalizm, ama yenilenmiş bir sosyalizm, ancak tüm ezilenlerin kurtuluş bayrağı olarak yükselebilir. Sosyalist ideolojinin yenilenme kanalları ise geçmiş yüzyılların zengin sosyalizm deneyimleri ve günümüzün toplumsal dönüşümleri olacaktır. SODAP kapitalist-emperyalist sisteme karşı yükselen direniş hareketlerinin dillendirdiği, mümkün olan “başka bir dünya”yı “21. yüzyıl sosyalizmi” olarak görmektedir.

21. Yüzyıl Sosyalizmi

21. yüzyıl sosyalizmi masa başında üretilecek bir formüller yığını olmayacaktır. Günümüzün toplumsal mücadeleleri içerisinde şekillenecektir. Ancak tarihsel deneyimlerin ve eleştirel düşünsel geleneğin ışığında bazı temel vurguları yapmak mümkündür.

21. yüzyıl sosyalizminin temel problemlerinden biri “iktidarın dağılımı” konusu olmak durumundadır. 20. yüzyılın sosyalizmi, siyasi iktidarın aşırı merkezileştiği; Marksizm’in kurucularının öngörülerinin aksine iktidar aygıtı olarak devletin değil toplumsal hareketlerin sönümlendiği bir model oldu. Devlet aygıtı, temsil ettiğini iddia ettiği halk sınıflarına yabancılaştı.

21. yüzyıl sosyalizmi halk örgütlenmelerinin devlet ve partiden özerk konumunu kabul etmek durumundadır. Sosyalist devletle halk sınıfları ve onların örgütleri arasında çıkar farklılıklarının ve gerilimlerin yaşanması doğal görülmeli; bu durumlarda merkezî devlet lehine gerilimleri “sonlandırmak” değil, bu gerilimleri “yönetmek” gerekmektedir. Sosyalizmin inşa süreci, mutlak doğrulara sahip siyasi merkezin toplumu biçimlendirdiği tek taraflı bir ilişki olmayacaktır. Siyasi merkezle halk kitleleri arasında sürekli ve gerilim barındıran diyalektik bir ilişki olacaktır.

Bu çerçevede vurgulanması gereken diğer bir konu ise, kitlelerin siyasete aktif katılımı açısından temsili demokrasinin sınırlılıklarıdır. 21. yüzyıl sosyalizmi liberal demokrasinin temel kurumu olan temsil sisteminin ötesinde “doğrudan demokrasi”yi hayata geçirme konusunda adımlar atmalıdır. Temsili demokrasiden bütünüyle vazgeçmek mümkün olmasa bile “doğrudan demokrasi”nin prensip olarak benimsenmesi ve uygulama alanının sürekli genişletilmesi amaçlanmalıdır.

Bu söylediklerimiz devlet aygıtının (merkezî iktidarın) ele geçirilmesi fikrinin öneminden bir şey azaltmaz. Sosyalist devlet, elbette egemen sınıflarla mücadelede temel rolü oynayacak ve sosyalist sistemde zenginliğin yeniden dağıtımında uzun süre belirleyici konumunu sürdürecektir. Ancak devletin yanında halk örgütlenmelerinin gücünün de kesintisiz büyümesi ve merkezdeki yozlaşma eğilimlerini kuşatabilmesi 21. yüzyıl sosyalizminin temel özelliklerinden birisi olmalıdır.

21. yüzyıl sosyalizmi açısından önemli tartışma gündemlerinden birisi de ekonomi yönetimi ve mülkiyet sorunudur. Sovyetler Birliği deneyimi merkezî planlamanın hem başarısını ispatlamış hem sınırlarını göstermiştir. Merkezî planlama, kapitalizmin kaotik üretim yapısına son vermek ve üretici güçlerin ve kaynakların israf edilmesinin önüne geçmek açısından gereklidir. Ancak mikro ölçeklere varana kadar tüm üretim süreçlerinin ve tüm insan ihtiyaçlarının planlanması mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir. İnsan ihtiyaçlarının tümüyle planlama kapsamına alınması toplumsal yaşamın çeşitliliğini tehdit edecektir. Ayrıca, merkezî planlama salt merkezden değil her düzeyde halkın aktif katılımıyla belirlenmelidir. Yani aynı zamanda “demokratik” de olmalıdır. İhtiyaç ve isteklerin çeşitliliğini göz önünde bulunduran katılımcı ve “sınırlı” bir merkezî planlama anlayışı, serbest girişim alanını bir tehdit olarak görmek yerine bünyesine eklemleyebilir.

Mülkiyet sorununun çözümünün de kolay bir formülü olmadığını 20. yüzyıl sosyalizmleri göstermiştir. Bu konuda güncel bir örnek olarak Venezuela sosyalizmi yakından incelenmelidir. Venezuela’da enerji gibi stratejik sektörler devlet mülkiyetine alınmış olsa da özel mülkiyet kayda değer ağırlığını sürdürmektedir. Bu iki mülkiyet biçiminin dışında kimi iş yerlerinin işçilerin mülkiyetine geçirilmesi biçiminde “toplumsal mülkiyet” uygulaması da söz konusudur. 21. yüzyıl sosyalizminde bu üç mülkiyet biçiminin “uzun” bir süre bir arada yaşayacağını kabul etmek gerekmektedir. Finans, enerji, alt yapı ve kamu hizmetleri alanlarında hızla devletleştirme yapılabilir, ancak küçük ve orta ölçekli mülkiyetin tasfiyesinde siyasi kararlardan çok toplumsal gelişmeler belirleyici olmalıdır. Küçük ve orta ölçekli mülkiyetin tasfiyesindeki siyasi zorlamalar üretim ilişkilerinde kireçlenmeye yol açabilmektedir. 21. yüzyıl sosyalizminin asıl yoğunlaşacağı hedef ise devlet ve özel mülkiyetin ötesinde toplumsal mülkiyet alanının genişlemesi olmalıdır.

21. yüzyıl sosyalizminin temel yeniliklerinden bir tanesi de toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelenin sürekliliğinin ve özerk niteliğinin vurgulanmasıdır. Cins eşitsizliğine karşı mücadele, sadece sosyalist devletin bu konuda gerçekleştireceği hukuksal düzenlemelere indirgenemez. Bağımsız kadın örgütlenmelerinin varlığı ve etkinliği, kökeni sınıfsal bölünmenin de ötesine giden erkek egemenliğinin sona ermesinde asıl belirleyici olandır. Toplumsal yaşamın tüm alanlarında erkek egemenliğine karşı mücadele sosyalist inşa sürecinin temel dinamiklerinden birisi olacaktır.

21. yüzyıl sosyalizmi insan-doğa ilişkisini yeniden tanımlamak zorundadır. 20. yüzyıl sosyalizmleri, kalkınmacı paradigma içerisinde ileri kapitalist ülkelerle üretim yarışına girmenin bedelini ödediler. Günümüzde dünya kaynaklarının tükenme noktasına yaklaştığı düşünülürse, alternatif enerji kaynakları aramanın ötesinde düzenlemelere ihtiyaç vardır. Öncelikle başta ABD olmak üzere, ileri kapitalist ülkelerdeki tüketim tarzının insanlığın geneli açısından sürdürülemezliğinin altı çizilmelidir. Verimlilik ve üretim artışı sosyalist inşa sürecinin temel yönlerinden birisi olmakla beraber, doğa ve insanı tahrip etme pahasına üretimin arttırılması kabul edilemez. Öyleyse daha önceki deneyimlerden farklı olarak 21. yüzyıl sosyalizmi, dünya kaynaklarının sınırlılığı gerçeğini göz önünde bulundurarak politikalarını belirlemek durumundadır.

Sosyalizm ve Özgürlükler 

  • Sosyalist Demokrasi Anlayışımız

İnsanlığın “kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı” umulmadık bir biçimde sekteye uğradı. 1871 Paris Komünü’nün göğe yükselen komünarları, Ekim Devrimi’nin yiğit Sovyetleri ve burada sayamayacağımız kadar çok, başarılı veya başarısız devrimci kalkışma muazzam bir yol açtı. 20. yüzyılın uzun bir dönemi, insanlığın büyük kısmının kurtuluş, adalet ve özgürlük hayallerini sosyalizm bayrağı altında gerçekleştirmeye çalıştığı ve fiilen mücadele ettiği dönemi temsil eder. Fakat açılan yol, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolize edilebilecek bir tıkanışa uğradı. Aslında bu tıkanış çok daha önce başlamıştı. Sosyalizmin halkın kendi hayatının öznesi haline gelme süreci olarak anlaşılmaması, zorunlulukların kutsallaştırılıp yabancılaşmayı meşrulaştıracak araçlara dönüştürülmesi, kendisini yok etmek üzere yola çıkan proletarya diktatörlüğünün toplumun hayatının neredeyse her alanını kuşatan bir devasa iktidara dönüşmesi sosyalizmin özgürlük karşıtı ve devletçi bir anlayış gibi sunulabileceği bir duruma yol açtı.

Oysa özgürlük ve eşitlik, ikisi de birbiri olmaksızın mümkün olamayacak iki temel haktır. Eşitliği es geçen bir özgürlükçü anlayış nasıl sosyal demokrasiye ve liberalizme varırsa; özgürlük taleplerini ikincil meseleler olarak gören, halkın katılımını esas almayan, yabancılaşmayı aşma araçları geliştiremeyen bir sosyalizm anlayışı da bürokratik, dogmatik, baskıcı bir siyasi rejime; sonuç olarak da yozlaşmaya varır. Tarihimizden çıkarmamız gereken en önemli ders budur. Bu dersin eksik çıkarılması, kimi güncel tartışmalarda dahi devletçi/ulusalcı anlayışla burjuva liberal yaklaşımlar arasında salınan bir sol hareket sonucunu doğurmaktadır.

21. yüzyıl sosyalizmi, eşitliği ve özgürlüğü birbirinin koşulu olarak kavrayacak bir zeminde yükselecektir.

21. yüzyıl sosyalizminin inşası yolunda mücadele eden SODAP, kendisini geçmiş sosyalizmden ayrıştırırken devlet iradesi yerine kolektif halk inisiyatifini ve giderek de doğrudan demokrasi modellerini ön plana çıkarır. Sosyalizmi, halk kolektiflerinin üretimi denetimleri altına aldığı bir özgürlükler rejimi olarak kurgular. Bireyin özgürlüğü ile toplumun özgürleşmesini birbirinin karşısına koymaz. Tam tersine bunları birbirinin doğal sonucu ve şartı olarak koyar. Dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün, ezilenler için gerçek bir demokrasi olmaksızın alelade bir diktatörlük, toplumun insancıl üretici güçlerini tüketen, üreticileri yaşama karşı yabancılaştıran bir baskı rejimi olacağının net olarak altını çizer. Halk örgütlerinin devletten kesinkes bağımsız olacağı, her türlü ifade, örgütlenme ve eyleme özgürlüklerinin garanti altına alınacağı ve bu haklarını kullanmalarının hiçbir gerekçe gösterilerek engellenemeyeceği bir sosyalist demokrasiyi hayata geçirmek için mücadele eder.

Bu anlayış, sosyalist grupların birbirleriyle kurduğu ilişkiler için de geçerlidir. Ülkemizin ve dünyanın bir gerçekliği, direnen öznenin çoğulluğudur. SODAP, politik doğrunun tekeline sahip bulunduğu iddiasında değildir. Politika geliştirirken diğer sosyalist öznelerle dayanışmayı ve iş birliğini esas alır. Direnen özneler arasında eşitlikçi ve tahakküme yer bırakmayan, her öznenin söz ve karar hakkını güvence altına alan bir ilişki kurulmasının devrimimizin önemli koşullarından biri olduğunu kabul eder.

SODAP, prensip olarak tek partili bir sosyalizm idealine sahip değildir. İşçi sınıfının ve ezilenlerin farklı kesimlerinin sosyal taleplerini kendi partileri aracılığıyla talep etmesinin meşruluğunu kabul eder. Devrimci dayanışmayı temel ilkelerinden biri olarak tespit eder.

Bu düşünceler ışığında:

  1. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kayıtsız şartsız güvence altına alınması sosyal gelişimin en önemli temellerinden biri kabul edilmeli; ezilenlerin farklı kesimlerinin kendilerini ifade etme, siyaset yapabilme, toplanabilme, görüşlerini yayabilme hakları garanti altına alınmalıdır.
  2. Tüm devlet memurlarının ve halk meclisi temsilcilerinin seçim yoluyla belirlenmesi ve gerektiğinde geri çağrılabilmesi güvence altına alınmalıdır.
  3. En yüksek halk temsilcisi maaşı, en yüksek işçi maaşından daha yüksek olmamalıdır.
  4. Merkezi devletin etkinliğinin mutlak yetkilerle değil, yerel yönetimlerin ve her türlü halk örgütlenmesinin olabildiğince güçlendirilmesiyle mümkün olabileceği anlayışı kabul edilmelidir.
  5. Finans kapitalin mülksüzleştirilmesi ve büyük bankaların kamulaştırılması hariç olmak üzere, kamulaştırma ve sermayeye el koyma amacıyla siyasal zora başvurulmamalı; kolektif mülkiyetin geliştirilmesi için kooperatifleşme başta olmak üzere ekonomik metotlar uygulanmalıdır.
  • Ulusal Özgürlükler

Türkiye Cumhuriyeti, Batıcı bir devlet bürokrasisinin milliyetçi bir devlet ve burjuvazi yaratma hedefiyle çıktığı yolun bir ürünüdür. Yıllarca farklı etnik unsurların bir arada yaşadığı bu topraklar üzerindeki halklar, 20. yüzyılın başından bu yana Türk milliyetçiliğinin mengenesi altında tek bir forma sokulmaya çalışıldı. Devlet, iktidarının güvencesini, bu projenin gerçekleşebilmesinde gördü. Cumhuriyet’in kurucu öznesinin bilinçaltında taşıdığı Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sürecinde yaşananlar, bir sendrom olarak devlet bürokrasisinin ve sermayesini büyük oranda milliyetçi tedhiş döneminde biriktirmiş finans kapitalin, eylem ve düşünce dünyasını belirlemeye devam etmektedir.

Kürtler, Osmanlı dönemindeki özerkliklerini kaybetmeyi ve emperyalizmin çizdiği sınırlar sonucunda dört farklı ülkenin sınırları içinde yaşar halde bırakılmayı hiçbir zaman kabullenmediler. Yaşadıkları ülkelerin hâkim sınıflarının kendilerini hep tehdit olarak görmesi ve asimile etmeye çalışması bu tepkiyi yaygınlaştırdı. Cumhuriyet’in kuruluşunda verilen, devletin Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olacağı sözünün boşa çıkacağının anlaşılmasından sonra Kürtlerin yaşamlarının doğal bir hali isyan ve direniş olagelmiştir. Bu isyanların en büyüğü de muhakkak ki 1980’lerden bu yana devam edegelenidir.

Kürt sorunu, Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Ulus-devlet anlayışı değişmedikçe çözülme şansı yoktur. SODAP, Kürt halkının isyanını haklı görür. Ezme ilişkisinin hem ezeni hem de ezileni köleleştiren sonuçlarına karşı mücadele eder. Milliyetçiliğin, ezen/ezilen ayrımlarına takılmaksızın, yarattığı tahribata karşı kardeşliği, dayanışmayı yaratmak için tavır alır.

Ermeniler, Anadolu’nun kadim bir halkıdır. SODAP, Ermenilerin yaşadıkları yerlerden siyasi gerekçelerle sürülmesinin hiçbir şekilde meşru görülemeyeceğini tespit eder. 1915’de Osmanlı devletinin gerçekleştirdiği büyük Ermeni katliamının yarattığı ve milliyetçilerin üzerinde tepinerek büyüttüğü düşmanlığı ortadan kaldırmak için mücadele eder.

Bu anlayışla:

  1. SODAP, Kürt halkının ayrılma hakkını kabul eder. Eğer ezilen halkın özgür iradesi birlikte yaşama yönündeyse; devletin milliyetsizleştirilmesi ve yerel iktidarların güçlendirilmesi yoluyla Türkiyeli tüm uluslardan bireylerin kendini birinci sınıf vatandaş olarak hissedeceği bir siyasal sistem için mücadele eder.
  2. Her halkın anadilde eğitim, ifade özgürlüğü, basın ve yayın yoluyla anadilini kullanma ve kültürünü geliştirme hakkından yararlanması güvence altına alınmalıdır. Bu güvence, sadece büyük ve kalabalık etnik yapılar için değil, farklı tüm etnik gruplar için sağlanmalıdır. Hiçbir etnik unsurun ülkenin hâkim unsuruymuşçasına imtiyaz sahibi olması kabul edilemez.
  3. Milliyete karşı tarafsız bir devlet yapısı kurulması için halkla birlikte çalışılmalı ve böylece Türk milliyetçiliğinin çeşitli isimler adı altında ülkemizi bir halklar mezarlığı haline getirme gayretlerine son verilmelidir.
  4. SODAP, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere coğrafyamızda yaşamış ve Türk milliyetçiliğinden zarar görmüş etnik yapıların acılarını paylaşmak, yaşanan zulme karşı insanlık hafızasında kalıcı bir bilinç yaratabilmek için müzeler, anıtlar hazırlamayı taahhüt eder. Bölgemizde yaşayan tüm halklar arasındaki etnik gerilimleri ve tarihsel düşmanlıkları gidermenin yollarını aramak, yaşanan katliamların sorumlularını açığa çıkartmak ve kendilerinden hesap sorulmasını sağlamak için Gerçeği Araştırma Komisyonları kurulmalıdır.
  5. Öncelikle Kürt sorunu ekseninde yaşanan çatışmanın son bulması için yukarıdaki çerçevede politik açılımlar gerçekleştirilmelidir.
  6. Kürt sorunu kapsamında, devletin zoruyla göç etmek zorunda bırakılanlardan isteyenlerin geri dönebilmesi için gerekli önlemler alınmalı, koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
  • Din Özgürlüğü ve Laiklik

Türkiye’de gerçek bir laiklikten bahsetmek mümkün değildir. Laiklik, egemenler açısından bir devlet dini gibi algılanmakta ve kapitalizmle bütünleşmenin şifresi olarak görülmektedir. Devlet, dinî inançları dönemsel ihtiyaçlarına göre kullanmayı kendi hakkı olarak görmektedir. 12 Eylül döneminde din, sosyalistlere karşı bir barikat oluşturmak amacıyla kullanılmışken 28 Şubat’ta laiklik, finans kapitalin çıkarlarını tefeci-bezirgân sermayenin semirmiş hali Anadolu burjuvazisine karşı savunmak üzere kullanılmıştır.

Aleviler, toplumumuzun önemli bir zenginliği olarak görülmektense devrimci mücadeleye tarihsel yatkınlıkları dolayısıyla devlet için tehdit olarak algılanmış; sindirilmeye çalışılmış; katliamlarla kırılmıştır. Aleviler, maalesef Yavuz Selim’den bu yana en büyük kıyımları Cumhuriyet döneminde yaşamışlardır. Alevilerin, siyasal İslam’a karşı Kemalizm bayrağına sarılmaya teşvik edilmeleri bu gerçeği unutturamaz.  Zorunlu din dersi Alevilerin varlığına hakarettir. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır.

Buna karşılık, sanılanın aksine Sünnî vatandaşlarımız da devletin dine müdahalelerinden mustariptir. Devlet, dine pragmatik olarak yaklaşmaktan vazgeçmeli; isteyenin istediği dine inanacağı, kendi inancına ait ritüelleri istediği gibi hayata geçirebileceği, kimsenin bir inanca zorlanamayacağı ya da inanca sahip olmadığı için kınanmayacağı bir durumu sağlamak zorundadır. SODAP, kimi yerlerde gözlenebilen İslam’a uygun yaşama baskısını, devletin inanç üzerinde hâkimiyet kurmasının gerekçesi olarak görmez. Ama İslam’a uygun yaşama baskısını kuranlara karşı mücadele eder.

İnsanların kendi evlatlarına ya da inanmayanlara din propagandası yapması ne kadar meşruysa, inanmayanların ateizm propagandası yapması da o kadar doğaldır. SODAP, kendisi dinsizlik propagandası yapmasa da bunu yapanların güvencesi olduğunu deklare eder.

Aydınlanma düşüncesinin zayıflaması ve akla olan güvenin sarsılması, neoliberalizmin dayattığı güvencesizlikle birleşince dine yönelim tüm dünya toplumlarında gözlenen bir olgu haline gelmiştir. Bu gidişatı tersine çevirebilecek yegâne gelişme, insanı kendi hayatının öznesi yapabilme yönünde geliştirilecek mücadelelerdir, sosyalizm kavgasıdır. Sosyalistlerin, laiklik kisvesi altında devlet tarafından yapılan baskıları “gericiliğe karşı olduğu” gerekçesiyle desteklemesi söz konusu olamaz. Böylesi tutumlar, işçi sınıfının geniş yığınlarında sosyalist harekete yönelik yabancılaşmayı arttırmaktan başka bir işleve sahip değildir.

  1. Laikliği bir devlet dini gibi gören hâkim anlayıştan farklı olarak, tüm bireylerin kendi dinî inançlarını kendi bildikleri gibi yaşamaları güvence altına alınmalıdır. Dinî inançlarına göre giyinen insanların sosyal hayatın tüm alanlarında kendilerini var edebilmeleri sağlanmalıdır.
  2. Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, devletin din üzerinde denetim kurmasını sağlayan tüm kurumları lağvedilmeli; dini cemaatlerin kendi inançlarını yaşatmak için kurduğu kurumları kendileri finanse ettikleri sürece yaşatma güvencesi sağlanmalıdır.
  3. Devletin eğitim kurumlarında din eğitimi yasaklanmalı; cemaatlerin kendi inançlarını çocuklarına öğretmek için açtıkları kurumları, sosyalizm karşıtı politikleşmenin merkezi olmadıkları sürece kabul edilmelidir. Bunların felsefi, ideolojik, teolojik tüm çalışmalarına özgürlük sağlanmalıdır.
  4. Dini sosyal bir dogma olmaktan çıkaracak önlemler alınmalı; din karşıtı düşüncenin ifade edilmesine sonsuz özgürlük tanınmalı; dinin tartışılmasına “inananların tahrik edilmesi” vesaire gibi sudan gerekçelerle engel olunmasına izin verilmemelidir.
  5. Devletin tüm dinlere ve dini inancı olmayanlara eşit mesafede durması güvence altına alınmalıdır.
  6. Aleviliğin tarihsel olarak dışlanmasının yol açtığı sosyal yarılmayı giderecek önlemler alınmalı; 2 Temmuz günü “İnanca Özgürlük Günü” olarak kabul edilmelidir.
  • Kadının Özgürleşmesi; Erkek Egemen Kapitalist Sisteme ve Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Karşı Mücadele

İnsanlık tarihinde ilk sömürü ilişkisi kadınla erkek arasında başlamıştır. Günümüze kadar bu sömürü ilişkisi hiç yok olmamıştır. Erkek egemenliği, kadınların erkekler tarafından ezilmesini, sömürülmesini, baskı ve şiddet görmesini getirmiş; kadınların cinsiyet ayrımcılığına uğramasına, bedeninin ve emeğinin hem erkekler hem de erkek egemen toplum biçimleri tarafından denetlenmesine yol açmıştır.

Ataerkillik değişen toplumsal üretim ilişkileri tarafından ya eski biçimiyle beslenilen bir kaynak olmuş ya da yeni biçimlere büründürülmüştür. Bugünkü üretim ilişkileri de bu sömürü sistemiyle eklemlenmiş; iç içe geçmiştir.

Kapitalizme özgü sömürü ilişkisinde kadın, ev içinde görünmeyen, karşılıksız emek harcar. Bugünkü toplumsal üretim ilişkileri içinde, kadının hem soyun devamı anlamında emek gücünü yeniden yaratmak için harcadığı emeği hem de gelecek iş gününe emek gücünü hazırlamadaki emeği karşılıksız bırakılmıştır. Kadının ev içinde harcadığı emek karşılıksız bırakıldığı gibi görünmezdir de. Bu durum aynı zamanda kadının kapitalist pazar içinde yaptığı işleri de değersiz kılar. “Kadın işi” denilen bakım ve temizlik işleri düşük olarak ücretlendirilir, sosyal güvenceden yoksun bırakılır. Kadınların diğer iş kollarında yönetici kademelerinde bulunması çok zordur. Görüldüğü gibi erkek egemenliğinden beslenmiş ve ona yeni sömürü biçimleri katmış kapitalist toplum içinde kadın, sistemin bütün yükünü taşır; en ağır sömürü koşullarını yaşar.

Günümüzde neoliberalizm ideolojisine bürünmüş emperyalist ekonomi politikaları ilk önce kadınları yoksullaştırıyor. Güvencesiz, düşük ücretli, esnek, kayıt dışı çalışma koşullarına mahkûm ediyor. Türkiye’de kadınların, yeni sosyal güvenlik politikasıyla erkeklere bağımlılıkları pekiştiriliyor. Üretimin kuralsızlaşması, esnekleşmesi ve yarı zamanlı güvencesiz işlerin yaygınlaşması en çok onları etkiliyor. Ev eksenli üretim, ücretli ev ve bakım işçiliği gibi enformel çalışma biçimlerine çekilen kadınların ücretleri ve çalışma koşulları, onların aileden bağımsızlaşmasına izin vermiyor. Sosyal devletin çökertilmesi kadınların hem ev emeğinin yükünü artırıyor hem de istihdam olanaklarını azaltıyor.

Sonuç olarak, kadınların yeniden üretim alanında harcadığı karşılıksız emekle beslenen sistemle yüz yüzeyiz. Burayı sorgulamadan kadınlar için hukuksal düzenlemelerle yetinmek, yasada eşit haklar talep etmek, politikaya katılım çağrısı yapmak yetersiz kalmaktadır. Kadının kurtuluşu, bu üretim ilişkileri topyekûn değişmeden mümkün olmayacaktır.

SODAP, kadın hareketindeki belli kesimlerin sınıfsal bakıştan uzak, kısmi düzenlemelerle sınırlı sistem içi iyileştirme politikalarını yetersiz görür. Ekonomik eşitsizlik ve sınıflı toplum yapısıyla mücadele etmeden erkeğin kadın üzerindeki sömürü ilişkisinin ortadan kalkmayacağı düşüncesiyle, erkek egemen kapitalist sistemin toptan, kökünden değişmesini; sosyalizmin kurulmasını savunur.

SODAP, sınıf indirgemeci bakış açısıyla da mücadele eder. Sosyalizmin kurulması toplumsal cinsiyet düzeninin değişimi için bir ön koşul ama kadın sorununun çözümü kendiliğindenliğe bırakılamaz. Yaşanan deneyimler de bunu göstermiştir. Bu mücadelenin özneleri kadınlardır; kendi güçlerine dayanan, kendi taleplerinin savaşını veren kadınlar olmak zorundadır. Sermayeden, sistemden, erkeklerden bağımsız kadın hareketiyle kadının kurtuluşu mümkündür.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelede ilk elden yapılması gerekenler:

  1. Ev emeğinin ücretlendirilmesi, ev kadınlarına ücretli çalışan statüsü kazandırılması, emeklilik ve diğer sosyal güvenlik haklarının kazandırılması gerekmektedir.
  2. Ev ve bakım işlerinin hem evde hem de çalışma hayatında erkekler ve kadınlar arasında eşit paylaşılması için düzenlemeler yapılmalı; bu düzenlemelerin keyfiliğe ve gönüllüğe terk edilmemesi için erkekleri özendirecek uygulamalar hayata geçirilmelidir.
  3. Ev işlerinin toplumsallaştırılması için gerekli koşullar yaratılmalı; hasta, çocuk, engelli, yaşlı bakımı için kâr amacı gütmeyen merkezler kurulmalıdır.
  4. Ev eksenli üretim, ücretli ev ve bakım işçiliği gibi enformel çalışma biçimlerine son verilmelidir.
  5. Çalışma yaşamında çalışma koşulları düzenlenirken kadınların özgün durumu gözetilmeli; iş saatleri, izinler, iş koşulları kadınlara uygun hale getirilmeli; kadın çalışan sayısına bakılmaksızın iş yerlerine kreş açılmalıdır.
  6. Göçmen kadınların, göç ettikleri ülkelerde ayrımcılığa uğramalarını engellemek üzere politika üretilmeli; seks köleliğinin önüne geçilmeli, seks ticaretine karşı mücadele edilmelidir.
  7. Ücretsiz tarım işçisi kadınlara sosyal güvence sağlanmalıdır.
  8. Cinsel, sınıfsal, ulusal anlamda katmerli sömürü yaşayan Kürt kadınlarının talepleri karşılanmalı; her türlü dayanışma ve birlikte mücadele olanakları yaratılmalıdır.
  9. Kadınlar için yaşamın tüm alanlarında -iş hayatında, siyasette, tüm sosyal alanlarda- kadınlar ve erkekler eşit oluncaya kadar kota ve pozitif ayrımcılık ilkesi uygulanmalıdır.
  10. Şiddete uğrayan kadınlar için “sığınaklar” açılmalı; sığınaklar kadın örgütlerinin denetiminde olmalıdır.
  • LGBTİ+

Platformumuz, heteroseksizmi bir tür ırkçılık olarak görür. LGBTİ+’ların maruz kaldıkları homofobi ve transfobi temelli ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadele eder. LGBTİ+’ların özgürleşmesinin heteroseksüelleri de özgürleştireceğini savunan platformumuz, heteroseksüelliği zorunluluk olarak gösteren ve dayatan nefret söylemine ve nefret suçlarına karşı mücadele eder.

Kapitalizme Karşı İnsanca Yaşam İçin Eşitlikçi, Dayanışmacı, Çevreci, Anti-cinsiyetçi Ekonomi

  • Genel Ekonomik Yönelişler

SODAP, doymak bilmeyen kâr hırsıyla insanı ve doğayı tahrip eden kapitalizme, emperyalizme ve onun günümüzdeki ideolojisi olan neoliberalizme karşı mücadeleyi temel alır.

Bu anlamda SODAP, kapitalizmin paranın egemenliğini sürekli kılma mantığıyla sürdürdüğü dizginsiz kalkınmacılığa ve körüklediği tüketim çılgınlığına karşıdır.

Eşitlik, adalet ve dayanışma ilkeleri doğrultusunda, halkın söz ve karar hakkına sahip olduğu, cinsiyetçi anlayıştan arındırılmış, insanı ve doğayı merkeze alan bir ekonomik programı hayata geçirmeyi savunur.

  1. Yaşadığımız bu adaletsiz sistemin en tepesinde bulunan, emeği/doğayı iliklerine kadar sömüren, paranın saltanatının sembolü finans kapital zümresinin tüm banka ve şirketleri kamulaştırılmalı; soyulup soğana çevrilen halka geri verilmelidir. Program boyunca kamulaştırmayla kastedilecek olan, “mülkiyetin devlete geçmesi ve üretim ilişkilerinin eski tarzda sürmesi” değildir. Kapitalist ilişki ve işleyişi bütünüyle çözmeyi amaçlayan bir süreç hayata geçirilmelidir. Bu dönüşümün en büyük güvencesi ise işçilerin yönetime gelmesi ve denetimi olmalıdır. İşçiyi, üretimin sonuçlarından kopartan antidemokratik üretim süreci, yerini iş yeri demokrasisine terk etmelidir.
  2. Neoliberalizm ideolojisinin cilalı ambalajıyla halklara yutturulmaya çalışılan ve uluslararası sermayenin sınırsız/engelsiz talanı anlamına gelen emperyalist uygulamaların en başında özelleştirmeler geliyor. Kamu işletmelerinin/varlıklarının sermaye tarafından gaspı anlamına gelen özelleştirme uygulamaları durdurulmalı; özelleştirilen işletmeler kamulaştırılmalıdır.
  3. Sermayenin gasp ettiği ve kârları için sınırsızca tükettiği madenler, su havzaları, ormanlık alanlar ve benzer tüm yer altı ve yer üstü zenginlikleri kamulaştırılmalıdır. Ormanlık alanların yağmalanmasına zemin hazırlayan “2-B yasası” ve benzeri yasal düzenlemeler iptal edilmelidir.
  4. Yüksek faizle sıcak para girişine dayalı, ülkeyi uluslararası sermayenin borç sarmalına tutsak eden ekonomik modele karşı insan ve doğayla barışık üretim temelini geliştirme anlayışı esas alınmalıdır.
  5. Bütçe oluşturulurken halkın tüm kesimlerinin demokratik katılımı sağlanmalı; “katılımcı bütçe” uygulamasına geçilmelidir.
  6. Ülke kaynaklarının uluslararası sermayenin kasalarına transferinin mekanizmalarından biri olarak işlev gören borsa kapatılmalı; her türlü spekülasyonla/vurgunla kazanç yöntemi suç kabul edilmelidir.
  7. Kapitalizmin sömürü mekanizmalarından biri olan KDV, ÖTV ve benzeri dolaylı vergiler kaldırılmalıdır.
  8. Yoksulluk içerisinde ay sonunu göremeyen emekçiden, bir de çeşitli yollarla vergi kesiliyor. Diğer taraftan sermayenin vergi kaçırmasına göz yumuluyor; af üstüne af çıkarılıyor. Bu sömürü çarkı tersine döndürülmeli; ücret değil, servet vergilendirilmelidir.
  9. Askeri harcamalar denetim altına alınmalı; yapılacak kısıtlamalardan yaratılacak kaynak, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve benzeri temel kamu harcamalarına aktarılmalıdır.
  • İşsizlik

İşsiz kalmak ölümden beter! Kapitalizm, işsiz ordusunu büyüttükçe büyütüyor. İşsizlik sorununu çalışanlara karşı kölelik koşullarını dayatmak için bir tehdit olarak kullanan kapitalizmin istihdam yaratmak gibi bir derdi yok. Hele kentin kıyılarına yığılmış, işi olmadığı gibi iş bulabilme umudu da olmayan yığınlar için kapitalizmin onları çürütmek, uyuşturmak dışında bir politikası da yok. SODAP, işsizliği insanların yaşadığı sorunların en önemlilerinden biri olarak kabul eder.

  1. Ülkenin ekonomik altyapısı yenilenip geliştirilirken doğa ve insan merkezli teknolojik yenilenmelere girişilmeli; işsizliğin önlenebilmesi amacıyla iş gücü istihdamının arttırılması konusu gözetilmeli; çalışma saatleri kısaltılırken çalışan sayısı (ücretler aynı kalmak koşuluyla) arttırılmalıdır. Bugün mezarda emekliliğe denk düşen emeklilik yaşı düşürülürken emeklilere insanca yaşayacak ücret ve sosyal haklar verilerek iş hayatından çekilmeleri teşvik edilmelidir. Tüm bunlar tarım, hayvancılık ve benzer politikalarla desteklenerek işsizlere yeni iş olanakları yaratılarak istihdam arttırılmalıdır.
  2. İşten çıkarma suç olarak kabul edilmelidir.
  3. İşsizlere insanca yaşayabileceği seviyede tazminat ödenmelidir.
  • Pahalılık

Pahalılık yıllar yılı halkın bitmek tükenmek bilmeyen sorunlarından biridir. Halk, eline geçen üç kuruşla yaşamını nasıl sürdüreceğini düşünürken yağmur gibi yağan zamlarla hayat daha da katlanılmaz hale gelmektedir. SODAP, pahalılıkla mücadeleyi çalışmalarının merkezine alır.

Bu konuda:

  1. Ülkenin her bölgesi için temel insani gereksinimleri esas alan asgari geçimlik ücret belirlenmelidir.
  2. Fiyatlar, asgari geçimlik ücret gözetilecek şekilde denetim altına alınmalıdır.
  3. Kiralar, asgari geçimlik ücret gözetilecek şekilde denetim altına alınmalıdır.
  • Sanayileşme

İşsizliği ve pahalılığı kontrol altına almak onu ortadan kaldırmaya yeterli olmaz. Her iki can yakan sorunun da kaynağı ekonomik altyapının yetersizliğidir. Sanayileşmede gerilik, işsizliği ve yoksulluğu peşinden sürükler. Bu durumda işsizlik ve pahalılık halka kan kusturan ve içinden çıkılmayan kısır döngü olarak kaderimiz haline gelir. Oysa ekonomik altyapının güçlendirilmesine yönelik yeni teknolojiyi içeren sanayileşme hamleleri beraberinde yeni iş alanlarını da getirecektir.

  1. SODAP’ın, emperyalizme bağımlılık zincirlerini kırma yolunda yapacağı hamlelerden biri de sanayileşme olacaktır. Hedef, ekonomiyi dışarıya bağımlılıktan kurtaracak; teknoloji ve yatırım malı üretebilen bir seviyeye gelmektir. Hantal ve köhnemiş yapılar yerine mikroelektronik ve nanoteknolojinin esas alındığı bir sanayileşme hamlesi gerçekleştirilmelidir. Meslek liseleri ve üniversitelerin ilgili bölümleri bu hamlede önemli bir yer tutacaktır.
  2. SODAP, halkımızı iktidara gelinceye kadar vaatlerle aldatılan kara kalabalık değil ekonomik ve sosyal hayatımızın özü sayar. Bu anlayışla, çalışan halkımızın dinamizmi sanayi hamlemizin motor gücü haline getirilmelidir.
  • Uluslararası Ekonomik İlişkiler

Emperyalist sömürü mekanizması ahtapotun kolları gibi dünyayı sarıp sarmalıyor. Ahtapotun kollarından birisi de uluslararası tefecilik uygulamalarıdır. Emperyalist tahakküm sarmalına tutsak edilen ülkeler borç batağına çekilerek adeta kaderleri ipotek altına alınıyor. Ülkemiz de bu borç batağına saplanmıştır. Dış borç katlanarak büyümekte; bağımlılık zincirleri daha fazla gırtlağımızı sıkmaktadır. SODAP, bu bağımlılık ilişkisini antiemperyalist bir anlayışla reddeder.

  1. Ülkemizin kaynaklarının uluslararası sermaye tarafından talanı yeter! Biz onlara değil, asıl onlar bize borçludur. Dış borç ödemeleri durdurulmalıdır.
  2. IMF, Dünya Bankası, DTÖ, AB, OECD ve benzer emperyalist kuruluşlarla var olan tüm ekonomik anlaşmalar koşulsuz ve tek taraflı olarak iptal edilmelidir.
  3. Emperyalist bağımlılık zincirlerini kırarak kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ülkelerle ve bu ülkelerin kendi aralarında oluşturdukları bloklarla dayanışma ve iş birliği içerisine girilmelidir.
  4. Kendi ülkelerinin halkları için çalışan ve dünya halklarıyla dayanışmayı önemseyen, insanlığın ortak birikimine sahip çıkıp geliştiren halk örgütleriyle iş birliğine gidilmelidir.
  • Tarım

Ülkemizde tarım neredeyse bütünüyle tükenmek üzere. Özal dönemiyle başlayıp AKP ile birlikte gemi azıya alan neoliberal politikaların bir sonucu bu durum. Ürünlerin tek tipleştirildiği, kısır tohumların yüksek fiyata pazarlandığı, insan sağlığını bozan, doğal dengeyi tahrip eden, kimyasal üretimin baş tacı edildiği uluslararası tekellerin para hırsından söz ediyoruz. “Verimlilik” fetişizmi hem insana hem doğaya düşmandır. Tekellerin cebini doldurmaktan başka bir sonuç yaratmaz

O halde:

  1. Büyük toprak sahipliği kaldırılmalıdır. Toprakta mülkiyetin bütünüyle sona ermesi, kullanım hakkının esas hale gelmesi için çalışmalar başlatılmalıdır. Uluslararası tekeller tarımsal alandan tasfiye edilmelidir.
  2. Toprak reformu tarım reformuyla birlikte gerçekleştirilmelidir. Kooperatiflerde örgütlülük yaratılması için kooperatiflere üyelik, kredi destekleri, donanım-alet edevat aktarımı ve alım garantisi gibi unsurlarla teşvik edilmelidir.
  3. Çiftçilerin hali hazırdaki tefeci/banka borçları silinmeli, tefecilik yasaklanmalı, tarım ürünlerinin “üreticiden tüketiciye” doğrudan ulaşımını sağlayacak yapılar güçlendirilerek/kurularak çiftçinin emeği üzerinden elde edilen rantın önü kesilmelidir.
  4. Çiftçinin emeği üzerinden rant elde etmenin bir yolu haline gelmiş olan aracılık tamamen yasaklanmalıdır. Üreticinin kooperatif, birlik ve benzer örgütlenmeleri üzerinden ürününü doğrudan pazara sunması desteklenmelidir. Böylelikle üreticiyle tüketicinin etkileşimi sağlanırken her iki taraf da yıllardır aracılara ödedikleri bedelden kurtulmuş olacaklardır.
  5. Çiftçiler eksiksiz sosyal güvenceye sahip olmalıdır.
  6. Toprak tüm insanların ve tüm canlıların ortak malıdır; herkesin eşit olarak kullanmaya hakkı vardır. Topraktan aldığını toprağa vermek esastır. Bu nedenle:
    1. Tohumculuk yasası kaldırılmalıdır. Tekellerin endüstriyel tarım dayatmasına karşı organik, küçük çiftçiliği esas alan doğal üretim modelleri geliştirilmelidir.
    1. Biyoçeşitliliği ortadan kaldıran mono-üretim engellenmelidir. Kimyasal gübre-ilaç-hormon cenderesinden çıkış, üretimin çeşitlendirilmesi ve toprağın kendini yenilemesine izin vermekle mümkün olabilir.
    1. Çiftçi örgütleri üzerinden destekleme alım fiyatları açıklanmalı; ürünlerin en uygun yolla pazara ulaşması ve değerlenmesi sağlanmalıdır. Yerel pazarların güçlendirilmesi esas olmalıdır.
    1. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin satışı yasaklanmalı ve doğal çeşitlilik esas alınmalıdır.
  7. Tarım ürünleri amaç dışı kullanılmamalıdır. İnsanlığın büyük kısmı açlıkla yüzleşirken gıda ürünleri arabaların benzin depolarını doldurmak için kullanılmamalıdır. Biyodizel üretimi yasaklanmalıdır.
  8. Bugün çiftçilere dayatılan sözleşmeli çiftçiliğe karşı, çiftçi örgütlerinin kontrolü ve güvencesinde demokratik üretim ve satış mekanizmaları desteklenmelidir.
  9. Kapitalizmin teknoloji fetişizmi ve kâr hırsı uğruna doğal çevrenin tahribine karşı tarım politikaları doğayı yüceltmek üzerinden tasarlanmalıdır. Tarım alanları sanayi üretimine kapatılmalı; su havzaları korunmalı; bilinçsiz sulama önlenerek yer altı kaynakları korunmalıdır. Yağmur ve kar suyunun değerlendirilmesi için gerekli alt yapı hazırlanmalıdır.
  10. Çiftçiler, demokratik örgütleri üzerinden ülke yönetimine doğrudan katılarak sadece tarım politikalarında değil tüm alanlarda söz sahibi olabilmelidir.
  • İnsanca Yaşam İçin Doğa Dostu Enerji

Kapitalizmin temel enerji kaynağı fosil yakıtlardır. Fosil yakıtların yaydığı sera gazlarının küresel ısınmaya yol açan doğayı tahrip edici özelliği artık inkâr edilemeyen bir gerçektir. Yine aynı şekilde nükleer enerji de canlı hayatı felakete sürükleyecek riskleri ve son derece yüksek maliyeti nedeniyle asla kabul edilecek bir enerji kaynağı değildir.

  1. SODAP, rüzgâr, güneş, hidroelektrik santralleri gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih eder. Fosil yakıt tüketimini gitgide azaltarak yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi savunur.
  2. Kapitalizmin körüklediği tüketim çılgınlığına at başı giden dizginsiz üretim süreci devasa bir endüstriyel enerji gereksinimi yaratmaktadır. Bu paradigmayı toptan reddeden SODAP, enerjide tasarrufu ve verimliliği savunur.
  3. Sosyal hayatın can damarlarından biri olan enerji kaynakları bugün emperyalist tahakkümün en önemli silahlarından biri olarak işlev görmektedir. SODAP, kamulaştırdığı enerji kaynaklarının halkın kolektif denetimi altına alınacağı mekanizmalar kurulmasını savunur.

Sosyalizmde İnsan Hakları

“İnsan, haklarıyla özgürdür.”

  • İnsanca Yaşam için Engelli Hakları

Kapitalizm engellileri görmüyor; gizli ya da açık şekilde dışlıyor. 650 milyon engelli insan “dünyanın en büyük azınlığı” olarak kabul ediliyor. Ülkemizde de nüfusun yaklaşık 6-7’de biri engelli olarak kabul edilirken bu rakam, sorunları derinden yaşayan ve paylaşan engelli yakınlarıyla birlikte 20-25 milyona ulaşıyor. Dünyada ve ülkemizde bu koskoca nüfus “yok sayılıyor.”

Engelli haklarının korunmasına yönelik mevcut uluslararası metin ve kurallar kâğıt üzerinde kalıyor; hiçbir somut çözüm üretmiyor. Ülkemizde de 1 Temmuz 2005’ten beri var olan 5378 sayılı “Engelliler Yasası”na karşın engelli hakları konusunda bir arpa boyu yol alınmıyor. Yasalar, yönetmelikler, anlaşmalar, insanı hiçe sayan kapitalizmin kâğıtlarını süslemeye devam ediyor.

“Ayrımcı” uygulamaları can acıtıcı şekilde yaşayan ve görmezden gelinen engelliler, eğitim, sağlık, sosyal güvence, çalışma, ulaşım ve benzeri haklardan yararlanma anlamında “en alttakiler” grubunu oluşturuyor. Büyük bir çoğunluğu yoksul olan engelliler, yoksulların yaşadığı tüm sorunların kat be kat üzerinde sorunlar karşısında kendi kaderlerine terk ediliyor.

Engellilerin “eşit yurttaşlar olarak insanca yaşama hakkı”nı görmezden gelen kapitalizmin bildiği tek çözüm “sadaka” dağıtmak, onları adeta dilencileştirmektir. Engelli örgütlerinin önemli bir kısmı da bu anlayışa teslim olduğundan, temel çalışmaları “sadaka toplama” dışına çıkmamaktadır.
Sözün özü, kapitalizm en çok engellileri ezmektedir. SODAP, görülmeyen, yok sayılan, dışlanan, ötekileştirilen engellilerin “eşit yurttaşlar olarak insanca yaşama hakkı”nı savunur. Bu hakkın yaşam bulması için yürütülecek çalışmalara öncelik verir.

  1. Engelliler sosyal, siyasal, kültürel anlamda toplumsal hayatın her alanına dâhil olabilmeli; sağlık, eğitim, ulaşım, istihdam, hukuk konularında toplumun diğer kesimleriyle eşit haklara sahip olmalıdır.
  2. Fiziki ortamdan tüm kamu hizmetlerine kadar engellilerin erişimlerini zorlaştıran, olanaksızlaştıran koşullar ortadan kaldırılmalı; toplumsal hayatın her alanına erişim olanakları sağlanmalıdır.
  3. Engelliler için bakım ve rehabilitasyon olanakları yaratılmalı, bu olanaklara erişimleri sağlanmalıdır.
  4. Engellilere yönelik her türlü ayrımcı, dışlayıcı uygulama suç olarak kabul edilmelidir.
  5. Toplumun her kesimine yönelik olarak engelli hakları konusunda ve engellileri görünür kılma anlamında bilgilendirici, bilinçlendirici çalışmalar yürütülmelidir.
  6. Engellileri aşağılama anlamına gelen “sadaka” anlayışına son verilmeli, insanca yaşayacakları koşulları yaratacak tüm uygulamalar “hak” olarak kabul edilmelidir.
  7. Engellilerin haklarını kazanmak ve savunmak için mücadele verebilecekleri örgütlenme olanakları sağlanmalıdır.
  8. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde yer alan tüm maddeler kayıtsız, koşulsuz uygulanmalıdır.
  • İnsanca Çalışma Hakkı

İşsizlik tehdidi altında işçiler kölelik koşullarına mahkûm bırakılıyor. İşten atılmalar, iş cinayetleri, sefalet ücretleri, sigortasızlık, örgütlenme yasağı, hayatımızı çalan mesai saatleri… Bütün bunlar çalışma hayatının emekçilere kanıksatılmış bir tablosunu oluşturuyor. Üretim araçları, tek hareket noktası kâr olan asalak burjuva sınıfının elinde olduğu ve işçilerin iş yerlerinin yönetimlerini üstlenip üretim süreçlerine müdahale etme olanağı yaratılmadığı sürece bu sömürü çarkı dönüp duracaktır. SODAP, kapitalizmin kölece çalışma koşullarını reddeder; emekçiler için insanca çalışma hakkını savunur.

  1. Çalışanlar için işsizlik sorunu bir tehdit olmaktan çıkarılmalı, iş güvencesi sağlanmalıdır.
  2. Ücretler vergi dışı bırakılmalıdır.
  3. Hiçbir ayrım gözetmeksizin “eşit işe eşit ücret” uygulanmalıdır.
  4. İş saatleri:
    1. Haftalık çalışma süresi 30 saat olmalı.
    1. Fazla mesai çalışması, sürekli bir uygulama olmamak koşuluyla yalnızca zorunlu durumlarda ve gönüllük temelinde yapılmalı; aksi halde yasaklanmalıdır.
    1. Ağır çalışma koşularında haftalık çalışma süresi 20 saat olmalıdır.
  5. Tüm çalışanlara ayrımsız örgütlenme özgürlüğü tanınmalıdır.
  6. Grevle ilgili tüm kısıtlamalar kayıtsız/koşulsuz kaldırılmalı; lokavt yasaklanmalıdır.
  7. Çalışma koşullarında işçi sağlığı iş güvenliği koşulları yaratılmalı; bu konuda hangi gerekçeyle olursa olsun asla ihmale izin verilmemelidir.
  8. Çalışanlara, çalışma hayatının her adımında söz ve karar hakkı sağlayacak demokratik katılım mekanizmaları yaratılmalıdır.
  9. Ana ve babalara ücretli doğum izni hakkı sağlanmalıdır.
  10. Esnek üretim, taşeron çalışma yasaklanmalıdır.
  11. Kamu çalışanları:

a. Tüm kamu çalışanları kadrolu olarak istihdam edilmeli, sözleşmeli ve ücretli istihdam biçimleri kaldırılmalıdır.
b. Örgütlenme (grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı) özgürlüğü tanınmalıdır.
c. Sürgün suç sayılmalı, sürgüne uğrayanlara tazminat ödenmelidir.
d. Keyfî terfi, kıdem, atama engellenmelidir.

  • Mevsimlik İşçilere İnsanca Çalışma Hakkı

Uluslararası tarım tekellerinin talan edeceği alanları büyütmek amacıyla birçok “tarım ülkesi”nin tarım üretimi, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi emperyalist kurumlar ve GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Antlaşması) benzeri emperyalizmin çıkarına anlaşmalar marifetiyle bilinçli olarak çökertilmektedir. Özellikle 1980 yılı sonrası hız kazanan bu tarımı çökertme hamlesi sonucu çok sayıda çiftçi, toprağından koparak proleterleşmiştir. Bunların bir kısmı büyük şehirlerin varoşlarına doğru yolculuğa çıkarken bu “olanağa” sahip olamayan önemli bir kısmı da tarımda “mevsimlik işçi” olarak hayatta kalma savaşı vermektedir. Özellikle hasadın yoğunlaştığı dönemlerde mevsimlik ve gündelikçi işçilerin sayısı milyonları bulmaktadır. Ve tarımsal üretimin yükünü sırtlanarak yaşama tutunmaya çalışan mevsimlik işçiler, mahkûm edildikleri sefalet koşullarında bin bir sorunla boğuşmaktadır.

SODAP, insanları yerlerinden yurtlarından eden uygulamalara son vererek mevsimlik işçiliğin giderek ortadan kalkacağı zemini yaratacaktır. Bu süre içerisinde SODAP, mevsimlik işçilerin insanca çalışma ve insanca yaşama hakkını sağlayacaktır.

  1. Mevsimlik işçiler sosyal güvenceye kavuşturulmalıdır.
  2. Mevsimlik işçilere örgütlenme ve grev hakkı sağlanmalıdır.
  3. Mevsimlik işçilerin çalışma saatleri, çalışma koşulları gözetilerek işçi sağlığı ve iş güvenliğini tehdit etmeyecek şekilde düzenlenmelidir.
  4. Mevsimlik işçilere çalışma alanlarında sosyal, kültürel gereksinimlerine uygun şekilde insanca barınma koşulları sağlanmalıdır.
  5. Mevsimlik işçilerin çalışma alanlarına ulaşabilmesi için insanca ulaşım koşulları sağlanmalıdır.
  6. Mevsimlik işçilere yönelik her türlü aşağılayıcı, dışlayıcı, onları “ötekileştirici” davranış ve uygulamalar suç olarak kabul edilip cezalandırılmaldıır.
  7. “Dayıbaşı”, “elçi” gibi sıfatlarla mevsimlik işçilere iş bulan aracılar yerine bu görevi yerel ve merkezi yönetimler üstlenmelidir.
  • İnsanca Yaşam için Sağlık Hakkı
  • Sağlık politikasında anlayışımız, sağlığın en temel insan hakkı olması esasına dayanır. Her bireyin sağlıklı bir çevrede, sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlamak ana görevlerimizdendir. Bu amaçla, herkese eşit, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti sunulmalıdır.
  • Ülkemizde yıllardan beridir giderek artan oranda, paran kadar sağlıklı olabilmeyi getiren yani sağlığı bir kazanç alanı olarak belirleyen politikalar yaşam bulmuştur. Oysa sağlık alınıp satılabilir bir meta değildir; ticari kurallarla yönetilebilir bir hizmet alanı olamaz.
  • Bizim anlayışımız her şeyden önce hasta olmamayı sağlamaya yöneliktir, politikalarımız da bu anlayışa uygun olarak hazırlanmıştır. Öncelikle tıp eğitimi insan sağlığını korumayı önceleyen, insanı toplumsal bir varlık olarak değerlendiren bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
  • Birinci basamak sağlık hizmeti, koruyucu hekimlik anlayışıyla ele alınarak, toplumun sağlık düzeyini yükseltmek üzere yeniden ve geçmiş deneyimlerimizden de yararlanarak planlanmalıdır. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmeti ise insan merkezli ele alınmalı; gelişmiş düzeyde olmalı; tüm bireylerin bu hizmetten eşit ve ücretsiz bir şekilde yararlanması sağlanmalıdır. Sağlık hizmetinin hiçbir düzeyinde ayrım, öncelik ve benzeri uygulamalar olmamalıdır.
  • Bu politikaları gerçekleştirebilmek için hazırlanacak olan halk bütçesinden sağlığa ayrılacak pay yeterli düzeye çıkarılmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Eğitim Hakkı

Eğitim, Türkiye’de fırsat eşitliği sağlamadığı gibi tam tersine eşitsizlikleri meşrulaştırır. İnsanların arasındaki sosyal ve kişisel farkların, eğitimdeki başarılarıyla ilişkilendirildiği saçma bir meşruiyet simgesi olarak var olur. Oysa zenginlerle yoksulların hayatın hiçbir alanında maruz kaldıkları aynı olmadığı gibi eğitimle ilgili deneyimlerinin de bir olmadığı açıktır.

Eğitim, kapitalizm için sürü insanı yetiştirme işlemidir. Gerçek insandan iş gücü, makine eklentisi yaratma eylemidir. Eğitim, artı değer üreten varlığı üretir.

Kapitalist sistemde eğitimin amacı bütünlüklü ve kişilikli bir insan yaratmak değildir. Kurallara uymak, disiplin, itaat, özgüvensizlik gibi çalışma hayatının işçi açısından gerektirdiği özellikler eğitimin amaçları için de temeldir. Özellikle zenginleri eğiten okullardan yoksul okullara geçildikçe bu davranış kazandırma yönü daha da ön plana çıkar.

Ülkemizdeki eğitim sistemi ise, kapitalist eğitim anlayışının tüm zaaflarıyla malul olmasının yanı sıra sınav sistemi denilen garabetin de taşıyıcısıdır. Sınav sistemi, eğitimi meta haline getirmenin temel aracıdır. Dolayısıyla baş aşağı duran eğitim anlayışını ayakları üzerine oturtmak için ilk yapılması gereken artık bir kanserli ura dönüşmüş bulunan sınav sistemini ortadan kaldırmaktır. Eğitim sistemi, ezberci içeriğinden kurtarılmalı ve kişiyi kendi hayatının iplerini eline alabilecek bir birikime ulaştırmayı hedeflemelidir.

Okullar, öğrencinin oyun hamuru gibi şekillendirilecek bir nesne olarak göründüğü yapıdan kurtulmalı ve demokratik ilişkilerin esas kılındığı bir yapıya kavuşmalıdır.

  1. Eğitimin her aşaması parasız olmalı ve vergilerle finanse edilmelidir.
  2. Orta kademeden üniversiteye kadar tüm okulların yönetimi veli, eğitim çalışanları ve öğrenci öz örgütlerinin kendi iradeleriyle belirlediği temsilcilerin oluşturduğu okul konseylerine devredilmelidir.
  3. Okullarda okutulan ortak müfredatın tespiti için en çok üç yılda bir “Eğitim Şurası” düzenlenmeli; uygulamada ortaya çıkan aksaklıklar göz önünde bulundurularak müfredat sürekli olarak güncellenmelidir.
  4. Özgür düşünceli ve özgüvenli bireyler yetiştirmek temel eğitim ilkesi olarak kabul edilmelidir.
  5. Eğitimin yaşamla ve üretimle kopmaz bütünlüğünün sağlanması, kafa ve kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kalkması için politeknik eğitim sürekli güncellenerek hayata geçirilmelidir.
  6. Meslek Lisesi mezunu olup üniversiteye gitmeyen öğrencilere dört yıl iş güvencesi sağlanmalıdır.
  7. Üniversite sınavı kaldırılmalı; üniversite mezunlarına ülkenin geri kalmış bölgelerinde dört yıl zorunlu hizmet getirilmelidir.
  8. Okullar merkezî düzeyde belirlenen müfredatı hayat geçirmek üzere öğrenci-öğretmen-veli katılımıyla yönetilmelidir. Bir rant mekanizması haline dönüşmüş bulunan müdürlük mekanizması ortadan kaldırılmalıdır. Okullarda eğitim tam gün olarak yapılmalı; her okulda öğrencilere ücretsiz öğle yemeği verilmelidir.
  9. Üniversitelerin kendi kendilerini yönetebildikleri bilimsel üretim ve tartışma merkezleri olmaları sağlanmalı; YÖK benzeri kurumlar ortadan kaldırılmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Barınma Hakkı

Dünyanın genelinde olduğu gibi ülkemizde de kent nüfusu hızla artmaktadır. Ekonomik, siyasal gerekçelerle kentlere akan nüfus ayakta kalabilmek için kaderine terk edilmiş halde bin bir sorunla boğuşmaktadır. Bu sorunların en can yakanlarından birisi de barınma sorunudur. Bir yanda ultra pahalı konutlar, diğer yanda gecekondular, virane barakalar. Ve kapitalizm, “kentsel dönüşüm” adı altında yoksulları yerlerinden yurtlarından ederek o gecekonduların bulunduğu arazileri talan ediyor.

SODAP, halkın “insanca barınma hakkını” savunur.

Herkese insanca yaşanacak koşulların sağlandığı ucuz, güvenli, sağlıklı barınma olanağı sağlanmalıdır.

Uzun süreli borçlanmayla konut edindirme uygulaması/rant tuzağı durdurulmalıdır.

Bir “kendi kaderine terk edilme” durumu da “deprem” sorunuyla ilgilidir. Deprem gerçeği unutulmuş, unutturulmuş durumdadır. Bu konuda hiçbir adım atılmamış; sorun “Allaha havale edilmiştir.”

a) Deprem bölgesinde bulunan yerel yönetimler bünyesinde konunun     uzmanlarından oluşan “depreme karşı önlem masaları” oluşturulmalıdır.

b) Bu masalar tarafından bölgedeki tüm yapıların depreme karşı dayanıklıklarının kontrolü ücretsiz olarak süratle yapılmalı; güvenliksiz yapılarda barınanların güvenli yapılara taşınması sağlanmalıdır.

“Barınma olanaklarına ulaşım sorunu” yerel yönetimlerin halka vermek zorunda oldukları bir kamu hizmeti olarak kabul edimeli; emlakçılık yasaklanmalıdır.

Barınmaya yönelik düzenlemelerde doğa, tarih, mimari ve sosyal doku dikkate alınmalıdır.

Öğrencilerin barınma gereksinimlerinin ücretsiz karşılanabilmesi amacıyla yeterli kapasitede “öğrenci yurdu” olanağının yaratılması için çalışılmalıdır.

İnsanca Yaşam için Ulaşım Hakkı

Özellikle büyük kentlerde ulaşım, halkın sırtında tam bir çile ve ekonomik yüktür. Ayrıca ulaşım araçlarının çevreye yaydığı sera gazları ve gürültü de hayatı olumsuz etkilemektedir.

SODAP, “ucuz toplu ulaşım” politikasını, ulaşım sorunlarının hafifletilmesinde temel ulaşım politikası olarak kabul eder. Bu anlamda başta raylı taşıma olmak üzere toplu ulaşım olanaklarını geliştirecek çalışmalar yürütür.

Ulaşım araçlarının yarattığı sera gazı ve gürültü kirlilikleri sınırlandırılmalı; denetimlere ve teknolojik yenilenmelere önem verilmelidir.

Öğrencilere, emeklilere ve engellilere şehir içi ulaşım ücretsiz olmalıdır.

Bütün yerleşim alanlarında, yayaların güvenli ve rahat bir şekilde kullanacağı şekilde düzenlenmiş, kesinlikle araç girişine kapalı yaygın “yaya kaldırımları” ağı ve “yaya bölgeleri” yapımı zorunlu olmalı; ayrıca yaya yollarına paralel “bisiklet yolları” yapılmalıdır.

İnsanca Yaşam için Gençlik Hakları

Ülkemizde gençlik ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda büyük sorunlar yaşamaktadır. Genç nüfusun üçte birinin işsiz olduğu ve genç işçilerin büyük ölçüde güvencesiz işlerde çalıştırıldığı ülkemizde, geleneksel yaş hiyerarşisi, kapitalist ekonomide emek sömürüsüne hizmet edecek tarzda yeniden üretilmektedir. Siyasi alanda ise gençlerin kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olma hakları büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Gençlik, kurulu düzen açısından, potansiyel tehdit olarak görülmekte ve siyaset sürecinden dışlanmaktadır. Egemen ideolojinin yinelediği “Gençlik gelecektir” klişesi, gerçekte gençlerin bugünkü toplumsal ve siyasal yaşam üzerindeki etkisizliğinin tersinden ifadesidir.

  1. SODAP, gençlerin toplumsal, ekonomik ve siyasal hayata katılımı ve kendilerini özgür bireyler olarak gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını savunmaktadır.
  2. Gençlerin öğrenim görme, yeteneklerini istedikleri yönde geliştirme ve diledikleri mesleği seçmelerinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
  3. Emek piyasasında ucuz iş gücü deposu olarak görülen gençlerin, insanca yaşam olanağı sağlayacak bir standartta istihdamı için özel kamu politikaları geliştirilmelidir.
  4. Gençlerin kültürel, sanatsal, bedensel gelişimlerini sağlamak için ihtiyaç duydukları kaynaklar, kamusal olarak karşılanmalıdır.
  5. Seçilme yaşı 18 olmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Emekli Hakları

Dünyada ve ülkemizde emekçilerin kazanılmış tüm haklarına göz diken kapitalizm, zaten “kırık dökük” uygulanan emeklilik hakkını da halkın ellerinden alarak onları “mezarda emekliliğe” mahkûm ediyor. Emekçilerin, adeta “sıkılıp posası çıkarıldıktan sonra bir kenara atılması”, bu insanlık dışı sistemin mantık sonucudur. “İşi biten” ve “kapitalizme yük olan”  insanın bu sistemde yeri yoktur. SODAP, halkın emeklilik hakkını, sahip olunacak en temel haklardan biri olarak kabul eder.

  1. Tüm emeklilere sosyal güvence, insanca yaşanacak ücret, insanca yaşanacak yaşam koşulları sağlanmalıdır.
  2. Emeklilik yaşı kadınlarda ve erkeklerde 55 olmalıdır.
  3. Emeklilere sendikal örgütlenme hakkı tanınmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Su Hakkı

Kapitalizm temel bir insan hakkı olan suyu artık alınıp satılan, kâr edilebilecek, sermaye biriktirilebilecek bir pazar malı olarak tanımlamaktadır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde su kaynakları, su işletmeleri özelleştirilmekte ve diğer yandan insanlığı suyun da diğer mallar gibi ticari bir mal olduğuna dair ikna çabaları sürmektedir.

Dünya Bankası ve IMF, kredi anlaşmalarında su kaynakları ve işletmelerinin özeleştirilmesini bir şart olarak koşmaktadır. Bu politikalar sonucunda tekeller, suyun alım satımını birçok ülkede ele geçirmişlerdir. Bu alandaki kâr oranları, suyun tekeller için neden bu kadar önem kazandığını da göstermektedir. Dünya çapında suların yalnızca %5’inin özelleştirilmesi yıllık 1 trilyon dolarlık bir kârı olan bir pazar yaratmıştır ki bu kâr petrol endüstrisinin yıllık kârının %40’ına denktir.

Suyun ticarileştiği ülkelerde insanlar, yaşadıkları bölgelerden çıkan su kaynaklarını yitirmektedir. Sağlıklı içme suyu hak olmaktan çıkıp bir lüks olmaktadır. Kâr hırsıyla gözleri dönmüş uluslararası su tekelleri, su faturalarını ödeyemeyerek yağmur suyu toplamaya muhtaç kalan insanlardan yağmur suyunun parasını isteyecek denli pervasızlaşmışlardır.

Ülkemiz de bu tekellerin son yıllardaki gözde hedeflerinden biridir. Sermayenin emrindeki iktidarlar da ülkemizde suyun ticarileştirilebilmesi için gereken hukuki ve yapısal dönüşümleri yerine getirmekte hiç tereddüt etmemektedir. Su, gelecek yıllarda önemli bir kâr aracı olacağı gibi halkımızın da önemli sorunlarından biri olacaktır.

  1. SODAP, suyun ticarileştirilebilecek, üzerinden kâr edilebilecek bir yatırım alanı olarak tanımlanmasına karşı mücadele eder. Suyun ekosistemde var olan bütün canlılarla beraber insanlığın da ortak hakkı olduğunu; her insana parasız, sağlıklı ve yeterli miktarda suyun sağlanmasının gerektiğini savunur.
  2. Su sıkıntısı sorununun çözümü için yağmur suyu ve pis suyu ayıracak şekilde alt yapı oluşturulmalı; yağmur suyunun kullanılır hale getirilmesi sağlanmalıdır.
  3. Su kaynaklarının metropollere yönlendirilmesi uygulamasından, gerek kalıcı ve uzun vadeli bir çözüm olmadığından gerekse ekolojik dengeyi bozacağından vazgeçilmelidir.
  4. Tarımda su tasarrufunu ve verimliliği sağlayacak başta “damla sulama teknikleri” olmak üzere uygun sulama teknikleri kullanılması sağlanmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Gıda Hakkı

Kapitalizm her yönden canlı hayatı tehdit ediyor; kârdan başka değer tanımayan kapitalist sistem gıda güvenliğini de ortadan kaldırıyor. Gıda niteliği ve fiyatı tamamıyla piyasanın kurallarına -burjuvazinin insafına- göre belirleniyor. Dolayısıyla bu belirlemede tek ölçü daha fazla kâr!

  1. Gıda fiyatları, halkın temel gıdaları rahatlıkla edinebilmesini sağlayacak şekilde denetim altına alınmalıdır.
  2. Temel gıdaların üretiminde uluslararası “emperyalist iş bölümü” değil, “ülkenin kendi kendisine yeter bir konuma ulaşması” esas alınmalı; bu anlayışa göre üretim çeşitlendirilmelidir.
  3. Doğal hayatı ve insan sağlığını tehdit eden inorganik gübre uygulamaları; ilaç, hormon ve benzer kimyasal maddelerin kullanımı; genetiği değiştirilmiş organizmaların gıda üretiminde kullanılması yasaklanmalıdır.
  • İnsanca Yaşam için Göçmen Hakları

Kapitalizmin yarattığı savaşlar, zulüm, kıtlık, sefalet ve zenginle yoksul arasındaki muazzam uçurum hayatta kalabilme adına insanları “göç sorunu”yla karşı karşıya getirmiştir. Dünyada göçmen nüfusu özellikle son yıllarda çığ gibi büyümekte ve bu yoksul kitle büyük sorunların pençesinde yaşama savaşı vermektedir.

Dış göçle ülkemize gelen nüfusun tüm olanaklardan eşit bir şekilde yararlanabilmesi sağlanmalı ve bu hak güvence altına alınmalıdır.

  • İnsanca Yaşam için Sanat

Kapitalizm, sanatsal etkinliği bir yandan kişiliksizleştirirken bir yandan da marketlere düşürecek kadar metalaştırmıştır. Ticari kaygılarla üretilen sanat, piyasa düzeninde fiyatından öteye bir anlam taşımaz. Sanatın kendisini olduğu kadar sanatçıyı, sanatçının halkla kurduğu dolaysız ilişkiyi ve sanatın doğasındaki politik duruşu değersizleştiren bu ortam, doğallığında yabancılaşma üretmektedir. Ve kendini gerçeğin yerine ikame etmektedir. Oysa sanat; gerçekliği fark etmemizi sağlayan bir “yalan”dır. Sanatsal etkinlik ve duruş; insanın tarihi boyunca içinde yaşattığı güzellik ve hayatı anlamlandırma uğraşlarının bir sonucudur.

Buradan hareketle:

  1. Sanat, ticaretin bir konusu olmaktan çıkarılmalıdır. Keza elitist, tanrısal bir güç tanımından da bütünüyle kopuşmalıdır. Amacımız “devlet sanatçıları” yaratmak değildir. Aksine sanatsal etkinlik dünyayı kavrama ve yeniden tanımlama noktasında “üçüncü bir göz” gibi konumlanabilmelidir.
  2. Sanatın her alanı atölye mantığı içinde kurgulanmalıdır. Buradan kastedilen, sanatsal etkinliği teknik bir üretime indirgemek değildir. Her insanın yaratıcı olduğu ve sanatın da hayat gibi “basit” olarak nitelenebileceği gerçeğinden hareketle bütün yaşam alanlarında atölye çalışması başlatılmalıdır. Atölyelerde “uzman”lık kavramı üzerinden iktidar sahipliği reddedilmeli; kolektif öğrenme ve yaratmanın yolu açılmalıdır.
  3. Bireysel yaratıcılık şüphesiz ki çok değerlidir. Öte yandan sanatın yeri halkın uzağındaki dergiler, galeriler değildir. Sanatsal etkinlik, kolektifin içinde anlamlandırılmadığı sürece kısırlaşmaya mahkûmdur. Mahalleler, iş yerleri, atölyeler sanatsal mekânlara dönüştürülmeli; “sebep ile sonucun” yan yana gelmesi sağlanmalıdır.
  4. Egemen sanat anlayışına içkinleşmiş toplumsal cinsiyetçi, ırkçı, oryantalist ve benzeri yaklaşımlara karşı açıkça savaş ilan edilmelidir.
  5. Özellikle ilköğretimde görüntüyü düzeltmek adına işlenen sanat dersleri yeniden planlanmalı, alanlar çoğaltılmalı, içeriği zenginleştirilmeli, ders saatleri arttırılmalı, okullar atölyelerle donatılmalı ve öğrencilerin sanat derslerine aktif katılımı teşvik edilmelidir.
  • İnsanca Yaşam için Spor

Kapitalizm, yaşamın bütün alanlarına olduğu gibi spora da kâr hırsını ve meta fetişizmini yerleştirmiştir. Paranın egemenliği altında bulunan “endüstriyel spor”, sporcuları sermaye yatırımı, izleyicileri ise müşteri olarak tanımlamaktadır.

SODAP, spordaki “profesyonel” mantığı reddeder. Spor etkinliğini, insan bedenini ve ruhunu güzelleştiren, bir araya gelmeyi sağlayan, dayanışma duygusunu güçlendiren ve kolektif aksiyonu öne çıkartan bir olgu olarak tanımlar. Sporun dokusuna işleyen ve ruhunu kirleten ırkçılığa, toplumsal cinsiyetçi anlayışa, şiddete, fanatizme, bahis ve şikeye karşı mücadele eder.

  1. Spor yapma; iş, barınma, sağlık gibi temel bir haktır. Yaş, cinsiyet, ırk ve diğer durumlara bakılmaksızın herkesin spor yapma hakkı güvence altına alınmalıdır. Seçkin sporcuların yetişmesi elbette önemlidir. Ancak temel amaç toplumun bütününün spor yapma olanağına kavuşturulması olmalıdır.
  2. Spor etkinliği tüm yaşam alanlarına taşınırken, özellikle mahalleler ve üniversiteler, ücretsiz ve herkesin eşit olarak yararlanabildiği olanaklarla donatılmalıdır. Genç nüfus özellikle teşvik edilmelidir. Okullardaki “dostlar alışverişte görsün” misali işlenen beden eğitimi dersleri yeniden planlanmalı ve ders saatleri arttırılmalıdır.
  3. Spor dallarından bazılarının diğerlerini körelten, engelleyen iktidarına son verilmelidir.
  4. Kazanma hırsından çok, var olma duygusu güçlendirilmeli. Sporun doğasındaki kardeşlik, eşitlik öne çıkartılmalı; kolektif eğlence yönü vurgulanmalıdır.
  5. Spor, bir boş zaman uğraşı olmaktan çıkartılarak hayatın içine yedirilmelidir.
  6. Haklarını örgütlü olarak savunabilmeleri için sporcuların sendikalaşması desteklenmelidir.
Share:
prev post next post

Son Yazılar

  • Katliamların hesabını örgütlü gücümüzle soralım
  • En asgari 15 bin
  • Savaşa değil depreme, ölüme değil yaşama bütçe
  • 1 Mayıs Bildirisi​
  • Yaşanacak Bir Ülke Yaratacağız

Son Yorumlar

  • Mehmet YILMAZER Tüm Yazıları için Trump Üçüncü Dünya Savaşına mı Hazırlanıyor? – Mehmet YILMAZER | SODAP
  • M. Sinan MERT Tüm Yazıları için Tegucigalpa Dersleri | SODAP
  • Mehmet YILMAZER Tüm Yazıları için 2019 Savaşları | SODAP
  • M. Sinan MERT Tüm Yazıları için Demokrasiyi Boğan Anti-Amerikancılık – M. Sinan MERT | SODAP
  • Mehmet YILMAZER Tüm Yazıları için Eksen Kaymasında Son Durum – Mehmet YILMAZER | SODAP

Categories

Recent Posts

  • Katliamların hesabını örgütlü gücümüzle soralım

    Aralık 20, 2022
  • En asgari 15 bin

    Aralık 12, 2022
  • Savaşa değil depreme, ölüme değil yaşama

    Kasım 23, 2022

Archives

Meta

  • Giriş
  • Yazı beslemesi
  • Yorum beslemesi
  • WordPress.org

SODAP

Sosyalist Dayanışma Platformu

Twitter Facebook Instagram Youtube

Copyleft © 2021