Ekososyalizm

Kapitalizmin Yarattığı Ekolojik Yıkıma Karşı Sosyalizm

Sermayenin durmaksızın büyütülmesi anlayışını temel alan kapitalist sistem, emeği ve doğayı sömürüyor. Kapitalizmin yarattığı ekolojik felaketler, artan şiddette tüm canlı hayatı tehdit ediyor. Ekolojik krizin açığa çıkardığı aşırı hava olayları, salgın hastalıklar, kuraklık, orman yangınları gibi semptomların birisi bitmeden diğeri başlıyor. Biyolojik çeşitlilik, canlı türleri, su kaynakları yok oluyor. Toprak canlılığını yitiriyor, içilen su, solunan hava, yenilen gıda zehirleniyor. Ekolojik kriz, su krizi ve gıda krizi gibi diğer krizleri tetikliyor. Yaşamın sürdürülebilmesi için devrimsel bir değişim ve yeni bir tarihsel sayfanın açılması, insanlığın önünde acil bir görev olarak duruyor.

SODAP, ekolojik krizin kaynağı olarak kapitalizmi görür ve ekolojik yıkıma karşı mücadelenin kapitalizme karşı mücadeleyi gerekli kıldığını savunur.

Doğanın parçası olan insan, canlı kalabilmek için doğayla metabolik bir etkileşim içerisindedir. Kapitalizmin gelişimi insanı doğadan kopartır. Bitkilerin topraktan aldığı mineral besin maddelerinin doğal yollardan tekrar toprağa dönmesi gerekirken, “karşılıklı madde alışverişine dayalı” bu ilişkinin kopartılması toprağı fakirleştirir. Kapitalist tarım, yalnızca emeğin değil, toprağın da soyulması pahasına gelişir.

Kapitalist sistemin aklı, özellikle sanayi devrimi sonrasında belirleyici pozisyona yükselen teknik üretici gücü üzerinden “doğaya dilediğince hükmedebileceği” anlayışına dayanır. Sınırsız büyüme iştahına sahip sermayenin karşısında doğa yine sınırsız bir hammadde kaynağı ve üretim/tüketim sürecinde açığa çıkan atıkları emebilecek dev bir sünger ya da sınırsız kapasitede bir çöp tenekesidir. Ekolojik krize kadar varan yolun taşları kapitalizmin bu aklıyla döşenir. Biyosferi tahrip eden, coğrafya üretici gücünü tüketen kapitalizm bir yandan kendi kuyusunu kazarken, bir bütün olarak canlı hayatı da bir yok oluş aşamasına taşır.

SODAP, kapitalist modernleşme sürecinin getirdiği “insanın doğanın efendisi olabileceği ve ona dilediğince hükmedebileceği” paradigmasının terk edilmesini savunur. Kaynağını Marksizm’de de bulan “insan doğanın bir parçasıdır ve doğayla uyumlu bir yaşam sürdürmelidir” gerçeği, yeni paradigmanın ana ekseni olmalıdır.

Sermayenin sürekli büyüme eğilimi, sürekli büyüyen bir meta üretimine ve kamçılanan tüketime dayanır. Bu anlayış, toplumsal hayatın ve doğanın her alanının sömürüye açılmasını ve her şeyin metalaşmasını beraberinde getirir. Sermayenin büyütülmesine endeksli olan, kullanım değerini değil değişim değerini esas alan üretim, insanın ihtiyaçlarından kopar.

SODAP, değişim değerini değil, kullanım değerini esas alan bir üretim anlayışına geçilmesini ve metasızlaşmayı savunur. Üretimin ana mantığı, insanın ve diğer canlıların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına dayanmalıdır.

21. yüzyılda kapitalizmin geldiği aşamada insanlık yeni bir “çitleme” dalgasıyla karşı karşıyadır. Ormanlar, meralar, tarlalar, dereler, parklar, sahiller, tüm kamusal alanlar sermayenin talanına açılmaktadır. Madencilik, enerji, inşaat, gıda, turizm sektörlerinin patronları iştahla bu alanlara el koymaktadır. Bütün bu “yeni çitleme” süreci, ekosistemin altüst edilmesiyle birlikte ilerlemektedir.

SODAP, genel kamusallaştırma mücadelesini, ekolojik krize karşı mücadelenin de bir parçası olarak görür.

Sermayenin büyütülmesi için meta üretiminde yaşanan sürekli genişleme, üretimde kullanılacak enerji kaynaklarına ihtiyacı da büyütüyor. Kapitalist sistemin ana enerji kaynağı olan fosil yakıtlar, atmosfere salınan karbondioksit miktarını tırmandırıyor. Başlıca sera gazlarından olan karbondioksit de küresel ısınmaya neden oluyor. Kritik değerlere yaklaşan küresel ısınmanın yarattığı aşırı hava olayları ekosistemin dengesini bozuyor, canlı hayatı tehdit ediyor. Yine enerji sektöründeki şirketlerin “temiz enerji” iddiasıyla kurduğu HES’ler, JES’ler, RES’ler, ekosistemi mahvediyor.

SODAP, sermayenin büyütülmesi için değil, insanların ve diğer canlıların ihtiyaçları için üretimin esas alınmasını savunur. Bu anlayış, ihtiyacın ötesinde üretimi ve tüketimi ortadan kaldırır. Böylesi bir üretim sürecinde de ekosisteme zarar vermeyen yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalıdır.

Ekolojik kriz her yönüyle sınıfsaldır. Ekolojik yıkıma neden olanlar egemen sınıflar, ekolojik yıkımın esas mağdurları ezilen sınıflardır. Kuraklık, gıda krizi, ormanlardan derelere kamusal alanların yağmalanması ve ekolojik krizin açığa çıkarttığı daha birçok sonuç, toplumun en kırılgan nüfusu için birer felakettir.
SODAP, ekolojik yıkıma karşı mücadelenin, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin kapitalist sömürü düzenine karşı yürüttükleri mücadelelerin bir parçası kılınmasını savunur.