Bunalım derinleşip, siyasetteki kör düğüm büyüdükçe biraz da çaresizce “Ne olacak?” soruları artıyor. Bu sorunun görünürde açık bir cevabı henüz yok! Zaten sıkıntıyı arttıran da bu… Aslında sadece Türkiye’de değil başta bölgemizde ve neredeyse tüm dünyada belirsizlik ve sıkıntı büyüyor. Ülkelerin çoğunda sorunlar siyasette iki büyük saflaşma yaratıyor. ABD böyle, Fransa hızla o noktaya ilerliyor. İspanya’da hâlâ hükümet kurulamadı, yeniden seçime gidilecek. Latin Amerika ülkelerinin çoğu aynı saflaşma içinde. Ülkelerde siyasetin karpuz gibi ikiye ayrılması rastlantı olmamalı.
1990’lı yılların başlarında ideolojilerin öldüğü ilan edilmişti. Bundan kasıt elbette sosyalizm ve onu taşıyan ideolojilerdi. Sosyalizmin güneşi ufukta kaybolurken neoliberalizm bütün parıltısıyla ufuktan yükseliyordu.
Gel zaman git zaman aradan yirmi beş yıl geçti. Bu yıllar inanılmaz zengin deneylerle yüklüdür. 90’lı yılların başlarında büyük anti-küresel dalga yaşandı. 2000’li yıllarda Latin Amerika’da neoliberalizmin iflası ile büyük ayaklanmalar patladı ve devrimci, sosyalist güçler iktidarlara yükseldi. Ve 2008 büyük bunalımı ile parlayan neoliberalizm güneşini fırtına yüklü kara bulutlar kapattı.
2011 yılında küflenmiş, çürümüş sanılan Ortadoğu’da Arap ayaklanmaları sökün etti. Ayrıca Avrupa’nın güneyindeki ülkelerde neoliberalizme ve bunalıma karşı büyük halk hareketleri başladı. En çarpıcı olanı Yunanistan oldu.
Ancak neoliberalizmin iflaslarıyla bunalan Batı dünyası Arap isyanlarına karşı yoğun bir saldırı başlatarak pozisyonunu güçlendirmeye çalıştı. Ekonomik bunalımın etkileri merkez ülkelerden çevreye yayılmaya başladı. Petrol fiyatları düştü. Karşı dalga Latin Amerika’ya da yayılmaya başladı. Başta Brezilya ve Venezüella’da karşı siyasal darbeler yaşanıyor. Yunanistan’da Syriza kötü uzlaşmalar yapmak zorunda kaldı.
İdeolojiler “öldükten” sonra ne 21. yüzyıl sosyalizmi ve isyanlar büyük güç kazanabildi ne de neoliberalizm 90’lardaki parlak günlerini koruyabildi, büyük bunalımlar içinde karaya oturmuş gemi gibi kırılıp dökülüyor. Bu büyük sancı ve belirsizlik tüm dünya siyasal sahnesine yansıyor. Ülkeler siyasal olarak ikiye bölünüyor. Ufukta çözüm görünmüyor. Ancak bu büyük kırılmada oluşan fay hattındaki gerilim gittikçe yükseliyor.
Bizde de toplum siyasetiyle, yaşam tarzıyla ortadan ikiye bölündü, gerilim her alanda birikiyor. 7 Haziran sonrası, Latin Amerika ülkelerini aratmayacak şekilde siyasal darbe yaşandı ve “cumhuriyetin krizi” gittikçe derinleşiyor. Kriz-askeri darbe mekanizması işlemediğine göre ne olacak?
Siyasal güç dengelerinde AKP’nin üstünlüğü yeterince açıktır. Ancak onun bir dayanıklı aynı zamanda çöküşünü getirebilecek bir de çürük yanı vardır. Dayanıklı yanı, “siyasal İslam’ın” yakaladığı iktidar fırsatını ne pahasına olursa olsun koruma güdüsüdür. Yüz yılda bir yakalanmış bu fırsat kaçırıldığında uçurumun belki de en dibine yuvarlanacaklar. Bu gerçeklik onlarda bir çimento etkisi yaratıyor. AKP’nin bugüne kadar kaynamalarla baş etmesinde Erdoğan’ın rolü olsa da, onun rolünü güçlendiren bu gerçekliktir.
Çürük yanı ise, 1 Kasım sonrası Saray’ın siyasal hedef ve planları bir tek denklem üzerinden, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilmesi amacına kilitlenmiş olarak yürüyor. Kent savaşlarında düzenin tüm kurumlarıyla işledikleri suçlar ve Kürt sorununun artık bölgeselleşmesi düşünülürse AKP’nin, hatta tüm düzenin tam bu noktada bir kırılma yaşaması kaçınılmazdır. Ancak bu kırılma nasıl yaşanabilir?
Bunu bir falcı ölçüsünde bilemesek de iki büyük olasılık vardır. Kürt savaşının basıncı ve aynı zamanda işaretleri büyüyen ekonomik tıkanmanın kuşatmasıyla, düzenin kendi iç gerilimleri ile çürümesidir. AKP içinde çatlaklar büyüyebilir, MHP zaten parçalanmış durumda, bu tabloya CHP’nin de bir ölçüde katılması büyük bir olasılıktır. Fakat böyle bir kırılma sorunları çözmek yerine erteleyip derinleştirecektir. Toplum çok daha yoğun bir çürüme içine itilecektir.
Diğer olasılık, bunlar yaşanırken Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesiyle yeni bir Gezi isyanının buluşmasıdır. Böyle bir gelişme politik ortama taze ve canlı bir hava getirir. Karamsarlaşan havayı dağıtıp politik ortama yeni ivme kazandırır.
Elbette sadece Gezi isyanları yetmiyor. Güçlü örgütlenmelerle beslenmesi gerekiyor. Bu çok iyi bilinen ancak bir türlü yaşama geçirilemeyen ihtiyacın artık geniş bir demokrasi cephesiyle adımlarının atılması yaşamsal bir görevdir.
Düzenin kendi iç çürümelerinin yaratacağı çatlakların arasında savrulmak mı, politik ortamın havasını tazeleyip güçlendirerek demokratikleşmenin yolunu açmak mı? Burada devrimci güçler için de bir kırılma noktası duruyor.
Büyük adımlar atmanın zamanı gelip çattı. Her şey devrimci demokrasi mücadelesini yükseltmeye bağlıdır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]