3. Dünya Savaşı’nın ya halihazırda içindeyiz ya da eşiğinde… Doğu Akdeniz’deki savaş gücü yığılması, her gün patlayan yeni gerilimler, giderek güçlenen savaşçı, ırkçı eğilimler kıyamet çanlarını çok güçlü çaldırıyor. Irak’ın Musul’daki Türk askeri varlığı ile ilgili verdiği tepki tansiyonun boyutlarını ve saflaşmalardaki keskinleşmeyi yansıtıyor. AKP bu süreçte güvence olarak yıllardır “vesayetçi anlayış” ve “üst akıl” diye karşısında sözüm ona mücadele ettiği kesimlere kendisini açıkça emanet ederek gerilimlerin üzerinde durmaya çalışıyor.
Fakat bizim bu gelişmeleri tartışmaktan daha önemli bir işimiz var, olmalı. Sosyalistler bütün bu gelişmeler karşısında nasıl bir rol oynayabilecekler, belli bir toplumsal gücü harekete geçirebilen, etkin bir aktör olma iradesi gösterecekler mi yoksa bütün bu gelişmelerin arkasından koşan çokbilmiş yorumcular kimliğine sıkışıp kalıp daha da etkisizleşecek miyiz? Var olan durumun muhasebesini yapmadan, malumatfuruş bir analizcilikte ısrar, içinde bulunulan müşkül durumun üstünü örtemiyor.
Sosyalistler ulusal ve uluslararası gelişmeleri neden takip ederler? Somut durumun somut analizi devrimci öznenin mücadelesinin yönünü belirler, içinden geçilen momentteki baş çelişkinin tespiti en etkili mücadele şiarlarının yaratılmasına hizmet eder. Analiz doğrudan eylemin ve taktiğin hizmetine koşulur. Bu hizmete koşturulamayan bir analizin ise mücadeleyi ikame eder bir noktaya doğru çekilmesi riski ortaya çıkar. Bugünler 11. Tez’i tekrar tekrar hatırlatmak gereken günler. Anlamak için anlamak değil değiştirmek için anlamlandırmak…
Türkiye siyasi tarihinin çok özel bir dönemi geçti. Gezi ile açılan çok önemli bir genişleme periyodu 1 Kasım’da iktidar bloğunun kendisini yeniden tahkim etmesi ile sona erdi. Bu dönemde toplumun önemli kesimleri harekete geçti, mücadele etti. Berkin’in cenazesini düşünün… Taksim’i haftanın birkaç günü fethe kalkışan o yüksek enerjiyi hatırlayın. Bu büyük dalganın çekilip gitmesinde ne gibi hatalar yaptık, neyi eksik bıraktık, kitlelerin ruh halini neden koruyamadık? Savaş koşullarının düzenin tahkimatını ne hızla eskiteceğini göreceğiz ancak bu soruların cevaplarını net bir biçimde ortaya koyamadan yeni bir döneme özgüven içinde girebilmek mümkün müdür? Ne kadar farkındayız, Cumhuriyet tarihinde demokratik bir kırılmaya en yanaştığımız dönemde, Kürt gençler devletle giriştikleri mücadeleyi sürece yayma becerisi geliştirebildiği bir momentte Batı’dan yükseltilemeyen mücadele büyük bir fırsatın şimdilik kaçmasına yol açtı. Kürdistan’daki mücadele ile açılan makas Batı’daki en diri güçlerin bile ruh halini örseliyor. Bir iddiası olan bütün politik özneler bu konuda sağlıklı bir değerlendirme içine giremezlerse, eksiklikleri ile hesaplaşmayı başaramazsa yeni mücadele dinamiklerine ulaşmak her geçen gün daha da olanaksız hale gelecektir.
Buradaki temel sorun çok açık, sosyalist hareketin özgücünden kopuşmasının yarattığı yabancılaşma. En son Türk İş Kongresi bu alanda içinde bulunulan durumun trajik bir ifadesi oldu. En zengin %1’in servetinin %99’ununkini geçtiği bir ülkede kavruk bir başbakanın her sözünü avuçları patlayıncaya kadar alkışlayan bir bürokrat sürüsünün pespayeliği… Türk İş hep bir cerahatti ama bu ülke kendi düzenlediği mitingde işçilerin öfkesinden kaçmak için ağaç dallarına saklanan Türk İş başkanlarını daha birkaç yıl önce izlemedi mi? İşçi sınıfının içinde önemli mevzileri yaratamayan bir sosyalist hareket gerçeği kendisini nasıl ileriye taşıyacak? “Kimlik siyaseti sınıf siyaseti” ikiliği üzerinden düşünmeden, güncel görevlerle stratejik hedefleri birbirinin karşısına konumlandırmadan sınıfın içine her gün daha fazla gömülebilmeyi başarmadan ülke siyasetinde aktif bir rol oynayabilmenin olanağı kesinlikle yoktur. Bu en temel görevini gerçekleştiremeyen bir sosyalist hareketin en ilerici ittifakta bile etkisi ve katkısı çok sınırlı kalmaya mahkumdur.
Özgüçten bu kopuşma sürekli bir dış unsur üzerinden umut arayışına yol açıyor. Putin’in adını duyunca yüzünde güller açanlar düşmanın içine düştüğü en zor durumlardan bile yararlanabilme becerisini kaybettiklerini görmezden geliyorlar.
Kapitalizm dünyanın cehennemini adım adım sahneye koyarken sosyalistlerin önünde büyük olanakların açılacağı kaos günlerindeyiz. Özgücüyle bütünleşmiş Mao, “kaos varsa işler yolunda” demişti, şimdi bu özgüveni, bu gücü inşa edebilmek için öncelikle kendimizle, alışkanlıklarımızla, düşünme ve davranma biçimlerimizle ilgili çok ciddi bir mücadele örgütleme göreviyle karşıyayız.
Kendimizi sınırlayan çitleri yıkıp aşabildiğimizde işin en büyük kısmını başarmış olacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-akyol-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]