“Ancak başka bir yerden başka bir kıvılcım gelebilir. Dünya düzeni, 100 yıl sonra değişiyor. Yeni düzenin ne olacağını, geçiş sürecinin nasıl bir yıkım getireceğini, oyun kurucunun kim olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz. İşte 2017 bu yüzden sancılı olacak.” (Aslı Aydıntaşbaş, “Barbarları Beklerken”, 8 Aralık, Cumhuriyet). Küresel kapitalizmin içinde bulunduğu devasa politik ve ekonomik kriz artık apaçık ortadadır. Belirsizliğin boyutları, oluşacak yeni bir dengeye ulaşana kadar çok şiddetli çatışmaların içinden geçeceğimizin delili. Bu tablo içeride yaşanan politik krizi daha da yönetilemez hale getirecektir. Politik süreçlerde denge yaratacak etkenler bazı dönemlerde çok silikleşiyorlar, düzenin koşullarını yeniden üretecek kurumlar neredeyse çöküyor. Artık her yönüyle böylesi dönemin içindeyiz.
Çok büyük altüstlükler yaşanmadan bir daha dengeye erişemeyeceğiz. Küresel konjonktürün biz de 7 Haziran sonrası krizle kesişmesi ise Türkiye’yi bu sürecin tüm yıkıcı etkilerine daha da açık hale getiriyor.
Böylesi bir süreçten devrimci yönde bir çıkış söz konusu olabilir mi? Kesinlikle evet. Ancak bu evetin havada kalmamasının en öncelikli koşulu dönemi kavramış, koşullarla hiçbir önyargının etkisinde kalmaksızın yüzleşebilen, bu yüzleşmeyi hem ideolojik hem de kurumsal ölçekte başarabilecek bir devrimci öznenin ön plana çıkmasıdır. Devletin çözülüşü ve bu çözülüşün bir yıkıma yol açmaması için diğer aktörleri paralize edebilmeyi amaçlayan bir faşist yükseliş eş zamanlı yaşanıyor. Böylesi bir eş zamanlılığın genel bir geri çekilme yaratması kabul edilebilir ancak bu geri çekilme ancak ve ancak dönemin yarattığı meydan okumalara nasıl yanıt üretilebileceğine dair bir ideolojik ve kurumsal netlikle meşrulaştırılabilir. Sorun göz göre göre içine girdiğimiz bu dönemin yaklaştığını en açık görenlerin, yetkin bir hazırlığın üzerine oturan bir karşılık üretememesidir.
Şimdi bütün dezavantajların telafi edilebileceği bir momentin eşiğindeyiz: Anayasa referandumu. Devletin karşı karşıya bulunduğu krizi çözme yöntemi kendi bütünlüğünü her açıdan zorluyor. Devlet kurumları arasındaki paranoya seviyesindeki güvensizlik bütün hamasetin arkasından apaçık görülüyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı’nın istifası da AKP içinden “iyi niyetli uyarıların” giderek daha fazla duyulması da bir işaret. Ortada hiçbir politik gerekçe ile meşrulaştırılamayacak kadar ilkel bir anayasa önerisi var. Düzenin Saray dışındaki tüm kurumları, bu değişiklikle kendi infazlarını gerçekleştireceklerinin farkındadır. Türkiye İş Bankası’na çıkarılan vergi borcu sermayeler arası çatışmanın boyutlarını sergiliyor. Güvenlik krizi ile ekonomik çalkantının eş zamanlı yaşanıyor olması bütün hesapları altüst edecek sonuçlar ortaya çıkarabilir.
“Çözüm tüm farklılıkları bütün bu devlet hiziplerine karşı savunacak bir toplumsal hareket yaratmaktır. …Artık liberter solun, adalet, eşitlik ve demokrasi vaat eden bir sosyal cumhuriyetin zamanıdır. …Zaman kimin tarafından gelirse gelsin koyu bir dikta kumarına karşı, solun yolunu gözlüyor.” (Orhan Gazi Ertekin, ropörtaj, Express, Ocak 2017, s.66) Memleketin ideolojisi gözünü göremez hale getirmemiş nadir insanlarından birinin bu tespitini önemsemek gerekiyor. Bu krizden çıkışın yegane programı bizdedir. Bunun arkasına politik olarak yeterli gücü yığamamış olmamız bu açık gerçeği ortadan kaldırmaz. Toplumun yaşadığı bu büyük tıkanmayı aşacak, sermaye seviciliği, milliyetçiliği ve İslamcılığı aşacak, toplumun tüm kültürel renklerini sosyal eşitlikçi, finans kapital karşıtı bir zeminde bir toplumsal barış projesi ekseninde bir araya getirebilecek uygulanabilir tek proje bizimkidir. İslamcılık-emperyalizm ortaklığının Suriye’de yarattığı çukurun yarattığı tahribat ve onun tüm coğrafyaya, başta Türkiye’ye ulaştırdığı dalgalarla ancak sol bir iktidar baş edebilir. Saray’ın istediği Anayasa değişikliğinin IŞİD tahakkümüne yol açacağı her geçen gün daha da netleşmektedir. Milliyetçi kafatasçılıkta ısrar yıkımdan başka bir sonuç üretmeyecektir. Tüm toplumsal zenginlikleri sermaye için seferber etme, zengini daha zengin yapma politikaları kontrol edilemez öfke patlamaları ve krizden burnu kurtulmayan bir ekonomi üretmektedir. “Sol geleneksel laik-dindar ve milli-gayri milli ayrımlarına dayanan saçmalıkları takip etmeyeceğini göstermelidir.”(O. G. Ertekin, a.g.e.)
Tek bir kimliğin dayatıldığı bir ülkenin o dayatılan kimlikten olan için bile ancak bir cehennem yaratabileceğini son 2 senede yaşadıklarımız yeterince gösteriyor. Bunu idrak edenlerin politik gücü, edemeyenlerin karşısına dikilemezse herkesin anlaması için çok daha büyük bir yıkımı yaşamak zorunda kalacağız. Cumhuriyetin krizi artık giderek toplumun krizi haline dönüştü ve bu krizin aşılması ancak tüm fay hatlarının gerilimlerini boşaltacak bir sol programla mümkündür: “Almanya’da ortaçağdan özgürleşmek, eğer aynı zamanda ortaçağın kısmi aşılmalarından da özgürleşilirse olanaklıdır. Almanya’da hiçbir kölelik biçimi tüm kölelik biçimleri paramparça edilmeden sona erdirilemez. Olayların derinlerine inen Almanya, tepeden tırnağa devrim yapmaksızın devrim yapamaz”(K. Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı-Giriş) Solun şu andaki görevi herhangi kısmi çözümün peşine takılmadan ancak kısmi çözüme sahip olmakla birlikte faşizme karşı direnme eğilimindeki güçlerden de kopuşmadan topluma kendisini hatırlatacak kutup yıldızı olmayı başarmaktır.
Karanlıkta çolpan olmak görevinin yükünü omuzlamaya hazır mıyız?
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]