Yaşadıklarımızın absürtlüğü ile ağırlığı birbiriyle yarışıyor. Bir tarafta korkunç bir katliamın yarattığı muazzam bir öfke diğer tarafta Davutoğlu’ndan ardı ardına gelen saçma sapan açıklamalar. Onlarca HDP’linin öldüğü bir eylemi bir biçimde PKK ile ilişkilendirmek için yapılan ipe sapa gelmez değerlendirmeler. Halay çeken gençlerin şarkı sözleriyle bombacılara talimat verdiğini ciddi ciddi yazan yandaş yazarlar. Binlerce insan üst üste gelen ölüm haberleriyle acıya gark olmuşken tribünlerden yükselen yuh sesleri. İnadına barış diye canını dişine takan partinin sürekli savaşla, ölümlerle ilişkilendirilmek istenmesi.
Bu absürtlük aslında Erdoğan’ın kafasındaki projenin gerçeklerle uyumsuzluğundan kaynaklanıyor. Tam bir batağa dönüşen Suriye politikası, Osmanlı’nın yeniden inşası projesinin daha başlamadan duvara tosladığını açıkça ortaya koymasına rağmen kendi tabanını motive edebilmek adına sergilenen kötü bir tiyatro aslında seyrettiğimiz. Erdoğan kendisini 2. Abdülhamit olarak görüyor ve ülkeyi yeniden jurnalcilerin ortalığı kapladığı, parlamentonun devre dışı bırakıldığı ve ülkenin gerçek anlamda hasta adam haline geldiği bir süreci ısrarla ilerletiyor. Altından ayaklarını bastığı tabanı kaybettiğini hissettikçe daha da fazla absürte sığınıyor. Yaşadıkları siyasi kırılmalar demeçlerine, söylemlerine, yüz ifadelerine yansıyor. Bir başsız tavuk ruh halinde panik halinde sağa sola saldırıyorlar. Gün gibi açık bir gerçeği, Ankara katliamında IŞiD ile yaptıkları suç ortaklığını gizlemek için kırk takla atıyorlar. Alınan yasak kararlarına rağmen gazetelerde işbirliği açıkça ortaya konuyor. PKK’ye dönük saldırılarının aslında IŞİD’e şu aşamada yapılabilecek en büyük iyilik olduğunu kimsenin anlamayacağını tasavvur ediyorlar. AKP ve Erdoğan kasaba siyasetçiliğinin kurnazlık kalıplarından dışarı çıkamıyor. IŞİD’i ve ABD’yi aynı anda kandırma girişiminin faturası önlerine konulduğunda kıpırdayacak halleri kalmayacak. Her dediklerine inanan %35’lik tabanları, aslında gerçeklikle bağlarının kopmasına sebep oluyor. Geçen hafta basına sızan AKP günlükleri aslında kamuoyuna verilmeye çalışılan “biz aklımızı tamamen kaybetmedik ama kullanmamıza izin verilmiyor” mesajı üretmeye çalışıyordu.
En son saçmalık ise Merkel’le altın kaplamalı tahtlardan verilen fotoğraf. Mahvettiği bir ülkenin yollara düşürdüğü insanlarının ölümlerinden para yapmaya çalışan bir esnaf sahnesi daha. Asgari ücretin 900 lira olduğu, gerçek işsizliğin %20’lere vurduğu bir ülkede altın tahtta “ecdat” özentiliğine soyunmak bu kadar korkunç günlerden geçiyor olmasaydık belki gülünç bile gelebilirdi. En azından Abbas’a yapılan kostümlü karşılamadan vazgeçilmiş denilerek geçiştirilebilirdi. Fakat bütün yaz boyunca denizlere gömülen çoluk çocuk göçmenlerin yok olan hayatlarından 3 milyar Euro çıkarmaya çalışmak hangi ahlaka sığar? O çocuklar Erdoğan sırf bu pazarlıkları yapabilsin diye mi ölüme yüzdüler? Bu tutumun İzmir’de sahte can yeleği satan adamınkinden ne farkı var? Ölümden oy ve para çıkartmaya çalışan bir hırs, ülkeyi ve bölgeyi kan gölüne çevirdi. Kimi liberal arkadaşların barışın güvencesi olarak gördükleri emperyalistlerin küçük çıkarlar uğruna bir diktatöre nasıl açık çek vereceklerinin de bir yeniden ispatı oldu tabii Merkel’in ziyareti. Altın varaklı taht görüntüsü bu pazarlığın iğrençliğini bir kademe daha arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Acımız da öfkemiz de büyük. Kimsenin birbirine “iyiyim” diyemediği günlerden geçiyoruz. Bu kabustan uyanmak için öncelikle 1 Kasım’da bu felaketi yaratanlara ciddi bir ders daha vermek göreviyle karşı karşıyayız. Her açıdan telafisi olmayan bir 15 güne giriyoruz.
Önce 1 Kasım’da heveslerini kursaklarında bırakacağız, sonra da bütün bu kötülüklerinin hesabını soracağız.
Ankara’da kaybettiklerimizi yaşatmanın yolu bu olabilir.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]