ÜNİVERSİTELİ GENÇLİK YENİDEN SOKAKLARDA
“2008 KUŞAĞI”NIN AYAK SESLERİ…
Salih İNCESOY
20 Aralık 2010
Avrupa’da ve ülkemizde üniversite gençliği hareketlendi. Kuşkusuz özgün yanları olmakla birlikte hepsinin ortak özelliği “hükümet karşıtı” bir içerikle kendilerini ifade etmeleri. Türkiye’de “yumurta”nın şiddet nesnesi olup olmadığı tartışıla dursun, Avrupa’da yaşanan taşlı, sopalı, molotoflu eylemler, işgalleriyle, şiddetli çatışmalarıyla oldukça radikal bir çizgide seyrediyor. Gelişmeleri nasıl okumalıyız?
Öncelikle Avrupa’daki gelişmelere kısaca değineceğiz. Ardından Türkiye’deki öğrenci hareketinin yakın tarihine genel hatlarıyla bakıp, buradan hareketle günümüze dair sonuçlar çıkartmaya çalışacağız.
“Öğrencilerin haklı öfkesi bulaşıcı olabilir”
Öğrenci gençlik hareketinin, Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı çok sayıda ülkede aşağı yukarı eş zamanlı bir biçimde ortaya çıkışı rastlantı olmasa gerek. Gary Younge’ın 8 Aralık’ta The Guardian’da yayınlanan yazısı, “Öğrencilerin haklı öfkesi bulaşıcı olabilir” başlığını taşıyor. Bu “bulaşıcı” karakterdeki eylemler hangi zeminde açığa çıkıyor? Hangi sloganlarla ve hangi biçimlerde kendisini ifade ediyor?
Kemer sıkma politikalarına isyan!
Avrupa’da kısa süre içerisinde yaygınlaşan eylemlerin tamamı hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı gerçekleşiyor. Küresel ekonomik krizin ikinci dalgası Avrupa’yı sarsarken, hükümetlerin tamamı krizin faturasını halklara ödettirecek uygulamalara yöneldi. Yoksulluğu, güvencesizliği derinleştiren “kemer sıkma” politikalarından doğal olarak öğrenci gençlik de payını alıyor. Eğitim bütçesi daralırken, üniversite harçları misliyle arttırılıyor. Avrupa’nın imrenilesi “refah devletleri” gençliğin geleceğini karartıyor.
Aslında bulaşıcı olan şey kapitalizmin krizi ve derinleşen yoksulluk. Dolayısıyla aynı sefalet koşullarına mahkûm edilmek istenen halkların isyanının birbirlerinden etkilenmeleri de bir anlamda kaçınılmaz oluyor.
Postmodernizm deli gömleği yırtılıyor… “Başka bir dünya mümkün!”
90’lı yılların başlarında sosyalizmin yaşadığı yenilginin ardından nihai zaferini ilan eden kapitalizm, yine kendi yapısal çelişkileriyle kıvranıyor. Uzun süren durgunluk döneminde düşünceleri bataklığa çeviren postmodern ideoloji de gelişen bu toplumsal hareketlenmeyle birlikte bir dönem kutsanan “serbest piyasa” putu gibi devrilip gidiyor. Geleceğini yitiren, güne teslim olan halklar, yeniden bir arayış içerisine giriyor. Postmodernizm batağında çürüyen düşünceler yeniden hareketleniyor, yeşeriyor. Ve bugünün sorgulanmasından doğan “başka bir dünya mümkün” düşüncesi, ezilen halkların ufkunda beliriyor. Gençlik, böylesi bir hareketlenme içerisinde olanca dinamizmiyle geçmişte olduğu gibi yine öne fırlıyor. Bütün bunlar, toplumsal mücadeleler tarihi açısından yeni bir dönemin açılmaya başladığının kuvvetli işaretleri.
* * *
TÜRKİYE’DE “2008 KUŞAĞI”NIN AYAK SESLERİ Mİ?
Ortaya çıkan ilk fotoğraf, üniversiteli gençlik hareketinin yeniden canlanışına işaret ediyor. Fakat yeniden canlanan bu hareketin siyasi karakteri, nasıl bir seyir izleyeceği ve Türkiye Devrimci Hareketi’yle ilişkisi konularında bir tartışma yürütmek faydalı olacaktır. Üniversiteli gençlik hareketinin yakın tarihine de bakarak bugüne dair bir şeyler söylemeye çalışalım.
Hareketin dönemlendirilmesinde ve bu dönemlerin adlandırılmasında, “68 kuşağı”na bir gönderme olarak benzeri bir adlandırma biçimi genel kabul haline geldi. 68 kuşağını “78 kuşağı” takip etti. Bu kabulden hareketle, 78 kuşağının ardından “88 kuşağı”nın geldiğini söyleyebiliriz. “88 kuşağı” adlandırması çok fazla kullanılmamasından dolayı yabancı gelmiş olabilir. Fakat -önceki kuşakların yarattığı etki düzeyinde bir etki yaratamasa da- cüretkâr çıkışlarıyla ve ödediği bedellerle, “88 kuşağı” da hiç tartışmasız mücadele tarihinde yerini almıştır. Tartışmamızda yakın tarihten söz ederken, bu kuşağın rol oynadığı dönem üzerinde ana hatlarıyla duracağız.
12 Eylül faşist darbesi sonrası yeniden doğuş: “88 KUŞAĞI”
Hatırlayacağımız gibi, 12 Eylül darbesiyle birlikte yaşanan duraklama dönemi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin 84 çıkışından birkaç yıl sonra 80’li yılların sonlarına doğru canlanan işçi ve öğrenci gençlik hareketleriyle kırıldı. Bir anlamda öğrenci hareketinde “yeniden doğuş” olarak niteleyeceğimiz bu dönemin aktörü “88 kuşağı” oldu.
İlk birikim süreci ve “YARINCILAR”
1987 yılında sıçrama yapan dönemin ilk birikim süreci, 80’li yılların ortalarından itibaren Öğrenci Dernekleri’nin kurulmasıyla başladı. Bu sürecin önderliğini ağırlıklı olarak TİP ve TKP kökenli kadroların içerisinde yer aldığı “Yarıncılar” ismiyle anılan Yarın Dergisi çevresi yürüttü. Yarıncılar, üniversite gençliğine yönelik olarak da “Öğrenci Postası” ismiyle bir dergi çıkarttı. Türkiye’nin belli başlı üniversitelerinde kurulan Öğrenci Dernekleri içerisinde bir araya gelen öğrenciler, açlık grevleri, yemek boykotları tarzında eylemlerle 87 çıkışının zeminini de yarattı. Kuşkusuz bu gelişme devleti oldukça rahatsız etti.
Tek Tip Öğrenci Derneği Yasa Önerisi
Devletin ve üniversite yönetimlerinin öğrenci hareketindeki bu kıpırdanışlara karşı tahammülsüz tavrı gecikmedi. Üniversitelerde açılan disiplin soruşturmalarını ve disiplin cezalarını, gözaltılar, işkenceli sorgular, tutuklamalar takip etti. Ve kritik karar, 1987 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geldi: “Tek Tip Öğrenci Derneği Yasa Önerisi!”
Dönemin Turgut Özal Başbakanlığındaki ANAP iktidarı, “çığırından çıkma” tehlikesi taşıyan öğrenci gençlik örgütlenmesini zapturapt altına almak üzere Öğrenci Dernekleri’ni üniversite rektörlüklerinin denetimine sokacak bu yasa tasarısını hazırladı.
Bu dönem, aynı zamanda Türkiye Devrimci Hareketi’nin 12 Eylül darbesiyle yenilgi yaşayan çeşitli öznelerinin yavaş yavaş toparlanmaya başladığı yıllardır. Toparlanma süreci, öğrenci hareketine yansımasını bulur ve Yarıncılar dışında farklı siyasi özneler de bu hareketin içerisinde yerlerini alır.
Tarihi bir moment: “14 NİSAN DİRENİŞİ!” Tıpkı “O Günler” Gibi…
Devletin bu saldırısı, öğrenci gençlik hareketinin yeni bir nitelik kazanmasına yol açtı. Saldırılara karşı devrimci, direnişçi bir hattın inşasına karar kılındı. Bu yeni dönemin ilk işaret fişeği, faşist yasa önerisine karşı geliştirilen “Nisan eylemleri” oldu. Bu eylemlerin en önemlisi de 14 Nisan günü İstanbul’da gerçekleştirilen protesto yürüyüşüydü. 14 Nisan’da binlerce öğrenci Laleli’den Beyazıt’a kadar yürüyüş düzenledi. Polis saldırısıyla yanıt bulan eylemde çok sayıda öğrenci gözaltına alındı ve yaralandı. Ve öğrenci gençlik hareketi, yine gündemin ilk sırasındaydı. 15 Nisan1987 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin manşeti şöyleydi: “Öğrenci yürüdü, polis copladı… Tıpkı ‘o günler’ gibi… NEREYE?”
Bu tarihi eylemi, başta İstanbul ve Ankara’da olmak üzere yeni öğrenci eylemleri izledi. Ve gençlik kazandı, yasa tasarısı geri çekildi.
Öğrenci hareketinde yol ayrımı: “Yarıncılar’a elveda…”
Öğrenci hareketinin radikalize olduğu bu tarihsel eşikte, yeni dönem Yarıncılar’ın dışındaki siyasi öznelerin iradesiyle açıldı. Zaten hareketin yeni bir niteliğe doğru evirilmeye zorlandığı sürecin başlarında Yarıncılar’la diğer devrimci özneler arasında çeşitli gündemlerde gerilimler de başlamıştı (Türkiye Devrimci Hareketi’nin toparlanmaya başlamasıyla birlikte bu öznelerin de sürece dâhil olduklarını söylemiştik). Yarıncılar daha uzlaşmacı, pasif bir çizgide yol alırken, diğer özneler hareketi devrimci, direnişçi bir hatta doğru taşıyorlardı. Ve 14 Nisan eylemi, bu anlamda tam bir “yol ayrımı” oldu. 8o sonrası süreçte öğrenci hareketinde ilk birikimin öncülüğünü yapan Yarıncılar, artık bu hareketin içerisinde yoktu.
Hareket büyüyor, örgütlenme yaygınlaşıyor
14 Nisan direnişiyle yeni bir ivme ve nitelik kazanan öğrenci hareketi, örgütlenmesini ülke çapında gittikçe yaygınlaştırdı. Öğrenci Dernekleri çok sayıda üniversitede açıldı. Tek tek üniversite ve fakültede açılan derneklerin eşgüdümünün sağlanması gereksinimi, İÖDP’nin (İstanbul Öğrenci Dernekleri Platformu) kuruluşunu beraberinde getirdi. İÖDP’yi, birkaç yıl sonra 90’ların hemen başında “kurumsallaşmada bir adım daha ileri atma” mantığıyla İÖDF’nin (İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu) kuruluşu izledi.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin kadro kaynağı: “Üniversiteler”
Burada kısa bir parantez açalım. Canlanan öğrenci hareketi, süratle Türkiye Devrimci Hareketi’ne kadro vermeye başladı. Ve bu kadrolar, 80 yenilgisinin ardından devrimci hareketin yeniden ayağa kalkışında da önemli roller oynadı. Bu dönemde, isimlerinin başlarındaki “yeni” ibaresiyle çok sayıda dergi yayınlandı. Ve yine bu dönemde, Öğrenci Dernekleri’nin yanı sıra çok sayıda devrimci gençlik örgütü de üniversitelerde açıkça kendilerini ifade etmeye ve örgütlenmeye başladı.
“Topyekûn savaş” ve öğrenci hareketinde yaşanan kırılma
91’de iktidara gelen Demirel-İnönü koalisyonunun en önemli icraatı halklarımıza yönelik “topyekûn savaş” ilanı oldu. Başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere direnişçi çizgide yürüyen tüm toplumsal hareketler, bu savaşta devletin hedef tahtasına oturtuldu. 91’de başlayan topyekûn savaş sürecini, 93’te iktidara gelen Çiller hükümetinin “kirli savaş” konsepti takip etti. Köy yakmalar, yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, faili meçhuller, bu dönemin devlet politikası haline geldi, adeta sıradanlaştırıldı.
Öğrenci hareketi de doğal olarak bu muazzam saldırı dalgasından payına düşeni aldı. Gençliğe yönelik olarak şiddetlenen polis terörünün vardığı nokta, üniversitelerin polis tarafından işgal edilmesi oldu. Yarattığı mevzileri devletin saldırılarına karşı korumaya çalışan öğrenci gençlik, yine de kırılmanın önüne geçmeyi başaramadı. Hareket giderek yavaşladı, daraldı ve 90’ların ortalarında artık en geri seviyelere kadar çekildi, Öğrenci Dernekleri bir bir kapandı.
Hiç olmayan “98 kuşağı”
88 kuşağının yenilgisiyle geri çekilen öğrenci hareketi, uzun bir duraklama dönemine girdi. Bu dönem, öğrenci gençliğe yönelik baskı ve denetimin tam anlamıyla kurumsallaşması ve dakikleşmesini de beraberinde getirdi. En ufak bir kıpırtı, daha polise bile gerek kalmadan üniversite yönetimlerinin ağır disiplin cezalarıyla bastırıldı.
Bu durgunluk döneminin en önemli sonucu, 87 çıkışıyla büyütülen devrimci, direnişçi karakterdeki hareketin tersine bir nitelik değişimi yaşaması ve büyük ölçüde tasfiyesi oldu. 88 kuşağının ardından 98 kuşağı gelemedi, gençlik hareketi tarihinde “98 kuşağı” diye anılacak bir kuşak hiç olmadı.
* * *
Olmayan “98 kuşağı”nın ardından “2008 kuşağı” mı…
Yaşadığımız şu günlerde öğrenci gençlik hareketi yine gündemin ön sıralarına tırmandı. Ana hatlarıyla değindiğimiz öğrenci hareketinin yakın tarihinden hareketle başta sorduğumuz şu soruyu tekrarlayalım: “2008 kuşağının ayak seslerini mi duymaktayız?”
Öğrenci hareketinin yakın tarihiyle analoji kurarak tartışmamızı yeni bir soruyla sürdürelim: “80 darbesinin ardından, 80’lerin sonlarında öğrenci hareketinde yeniden doğuş yaşanmıştı. 91 topyekûn savaş darbesinin ardından, 2010 yılında tekrar bir yeniden doğuşa mı tanık oluyoruz?”
İlk olarak şu tespiti yapabiliriz: “Yaşananlar, uzun duraklama döneminden çıkılmaya başlandığının güçlü işaretlerini veriyor.” Öğrenci hareketi, polis ve üniversite yönetimlerinin ağır baskılarına rağmen yeniden sokağa çıkıyor. Baskılara, saldırılara cesaretle karşı duruşun ekranlara yansıyan görüntüleri, hepimizi heyecanlandırıyor. Ve bu çizgi birçok üniversitede yankısını buluyor, yaygınlaşıyor. Eleştirilerimize geçmeden önce öncelikle gelişen hareketin hakkını teslim etmiş olalım.
“AKP gericiliği” karşıtlığı öne çıkıyor
Hareketin öne çıkarttığı parolaların içeriği, ağırlıklı olarak AKP karşıtlığı üzerine oturuyor. AKP yıllardır iktidarda olduğundan ve dolayısıyla halk karşıtı politikaların birinci derecede sorumluluğunu taşıdığından bu durum gayet normal. Bu yanıyla Avrupa’nın çok sayıda ülkesinde gelişen hareketlerle benzerlikler taşıyor.
Fakat burada bir kayıt düşmemiz gerekecek. Hükümet karşıtlığı, sınıfsal bir bakıştan ziyade, Türkiye’deki kültürel farklılaşmanın derin izlerini taşıyor. AKP’nin halkı yoksullaştıran uygulamaları değil, daha çok onun “dinsel gericiliği” öne çıkıyor. Ve bu yönüyle ülkemizdeki siyasi saflaşmanın bir yansıması olarak AKP karşıtı “hali vakti yerinde” bir kesimden de sıcak mesajlar alıyor. Bu destek, medya kanalıyla da ifadesini buluyor. Eylemlerin siyasi içeriğinde bu yönün ağır basması, bugün için hareketin öncülüğünü yapan öznelerin siyasi karakterinden kaynaklı. Bu durum, öğrenci hareketinin zayıf tarafı aynı zamanda.
Oysa 80’lerde gelişen hareket, şiddetli bir akıntıya kürek çekmekten farksızdı; bileği hakkına yolunu açtı. Bunu yaparken de burjuvazinin herhangi bir kesiminden kırıntı düzeyinde olsun sıcak mesajlar almadı. “3. Cephe” mantığına uygun bir çizgi izledi.
Meşruiyetin sınır çizgisi: “Yumurta!”
Son süreçte hareketin kısmi bir radikalize oluşundan söz edebiliriz. 80’lerin sonlarının Türkiye’sinde ve günümüzde Avrupa’da gelişen hareketlerin radikallik düzeyinin çok gerisinde bir gelişme olmasına karşın, daha ilk elden gruptan kopma işaretleri verenler var. Öğrenci hareketinin bugün itibariye kitleselliğiyle ana gövdelerinden birisini oluşturan TKP’li gençler, gerilim yükseldiğinde hızla sürecin gerisine düşüyor.
Medyaya yansıyan tartışmalarda bir kesim, “yumurta atmanın demokratik bir hak olduğu” ve dolayısıyla “meşru olduğu” argümanını öne çıkartıyor. Bu argümanın altı kalınca çiziliyor ve giderek genel kabul haline geliyor. Bizzat hareketin içerisinde olan gençlerle yaratılmaya çalışılan mutabakatla, yumurta dışında bir şeyler atma olasılığının şimdiden önüne geçilmeye çalışıyor. Günümüzde açığa çıkan eylem çizgisinin gerilim düzeyini kaldıramayıp “uzuneşek” şirinliğiyle medyatikliğe soyunanları gördüğümüzde, “daha ileri seviyelerdeki gerilimi bugünkü hareketin öncüleri taşıyabilir mi” diye sormamız sanırız haksızlık olmaz.
Sonuç olarak
Buraya kadar ifade ettiğimiz düşüncelerimizden hareketle başta sorduğumuz sorulara yanıt verelim.
“2008 kuşağının ayak seslerini mi duymaktayız?” Evet, duyduğumuz 2008 kuşağının ayak sesleridir. Türkiye’de de öğrenci gençlik hareketi, tüm eksikliklerine ve zaaflarına karşın yine kendisini boylu boyunca toplumsal mücadele alanına atmanın umutlandırıcı ipuçlarını vermektedir.
“91 topyekûn savaş darbesinin ardından 2010 yılında 80 darbesi sonrası sürece benzer bir yeniden doğuşa mı tanık oluyoruz?” Bu soruya bir önceki gibi hemen “evet” yanıtını veremiyoruz. 80 yenilgisinin ardından, 80’lerin ortalarından itibaren öğrenci hareketinde ilk birikimi Yarıncılar gerçekleştirmişti. Fakat “87 çıkışı ve yeniden doğuşu”nda Yarıncılar yerlerini devrimci direnişçi karakterde siyasi öznelere bıraktı ve sessizce kenara çekildi. Yani ilk birikim süreciyle yeniden doğuşun aktörleri aynı siyasi özneler olmadı. Olması da eşyanın tabiatına aykırıydı. Zira Yarıncılar’ın uzlaşmacı/pasif siyasi karakteri, yeni süreci taşımaya, açılan yeni dönemde hareketin öncülüğünü sürdürmeye uygun değildi.
Bugünkü gelişmeler, 80 darbesinin ardından 80’lerin ortalarında başlayan “öğrenci hareketinin ilk birikim süreci”ne daha fazla benzemektedir. Yani, 91 topyekûn savaş darbesinin yenilgisi ardından, günümüzde “yeniden doğuş”un birikimleri yaşanmaktadır.
Yeniden birikim sürecine öncülük eden özneler, öğrenci hareketinin devrimci bir zeminde yeniden doğuşunda da bu öncü pozisyonlarını sürdürebilecekler midir? Bu konuda iyimser değiliz. Ve yeni bir devrimci çıkışın, yeni siyasi öznelere gereksinim duyduğunu düşünüyoruz.
Umutluyuz; çünkü henüz öğrenci hareketinin belirleyeni olma durumunda bulunmasa da devrimci direnişçi karakterde özneler mevcuttur. Hemen yakın tarihlerdeki izinsiz 1 Mayıslara, IMF karşıtı eylemlere bir bakılırsa ve oradaki siyasi saflaşmalar doğru okunursa, birçok şey büyük ölçüde yerli yerine oturacaktır. Devrimci zeminde yeniden doğuşun, yani 2008 kuşağının ayak seslerinin işitildiği bu günlerde, doğru siyasi aktörler tarihsel rollerini oynayacaktır;
“TIPKI O GÜNLER GİBİ!”